Haluk İnanıcı gibi başlayayım yazıya. Staj eğitimde verdiği Avukatlık Deontolojisine Giriş dersleri hocası, ‘21. Yüzyılda Avukatlık Ve Baro’ kitabı yazarı olarak avukatlık mesleğinin analizine verdiği emek ile avukatlık mesleğine dair katkısı tartışılmaz bir meslektaşımız.

Avukat İnisiyatifi’nin “Yola Çıkarken” metninin Bianet’te yayınlanan halinde yer alan “Avukatlara karşı yoğunlaşarak artırılan düşmanca tüm saldırıları, mesleklerini yaparken ceza tehdidi altında tutulmalarını, tutuklanmalarını, mahkum edilmelerini, eziyet görmelerini, tehdit edilmelerini, avukatlık mesleği üzerinde kurulmak istenen ve var olan tüm vesayetleri, avukatlık meslek örgütlerine, Barolara karşı yapılan baskıların tümünü protesto ediyoruz.” kısmı HukukPolitik’te erişime sunulan metinde yer almamıştır.

İnisiyatif-Grup Ayrımı

Toplumsal mücadele bileşenlerinin her bir araya geliş çabası, hiç kuşkusuz çok değerlidir. Aslolan baskıya karşı birlikte mücadele ise avukatları bir araya getirmeye yarayacak analizler ve yöntemlerle avukatları kendi öz çıkarları için bir araya getirecek yol ve yöntemleri bulmak çabası da olumlanması gereken bir eylemdir. Bu analizin bir parçası da bulunduğunuz zemini tanımlamak üzerine yapılacak teorik tartışmalardır. Ancak bu tartışmalarında tartışma biçim ve yönteminden başlamak, çağrıya varıncaya kadar demokratik bir yöntemle başlaması gerekir. Bunun için de kullandığımız dil ve oluşuma verdiğiniz isimden tutun da, manifestonuz olan çağrı bildirgeniz ya da Haluk İnanıcı’nın deyişiyle ‘metin’ de sizin kim olduğunuz ve ne için bir araya geldiğinizin ipuçlarını verir. Haluk İnanıcı, İnisiyatifin grup olmadığını söylüyor. Dil Derneği sözlüğünde İnisiyatif, bir şeyi ilk olarak ortaya atıp düzenleme-gerekli kararları alan kişinin niteliği, olarak tanımlanmış. Bu aynı zamanda İnsiyatifin hem öncü hem de gerekli kararları alma niteliğinde olunduğunun ön kabulüdür.

109 imzalı metnin imzacılarına baktığımızda İstanbul Barosuna kayıtlı olmayan avukatlar hariç İnisiyatif imzacılarının en son baro seçimine girmiş Fikret İlkiz listesinde yer almış avukatlar olduğu görülüyor. Haluk İnanıcı başka gruplarda yer alan meslektaşlarımızın da olduğunu yazıyor. Oysa meslekte 2 yılın üzerinde olan imzacı avukatların yeni kurulan bir oluşuma başka gruptan gelmemiş olması zaten mümkün değil. Peki İnsiyatif tüm avukatlara güç birliği yapma çağrısı yapıyorsa o halde bunu var olan avukat gruplarının sekretaryalarına ve avukat platform ve derneklerine de yapması gerekmez miydi? Bunun yapılmadığı durum da çağrı metni “Gruplarınızı terk edip buraya gelin demiş olmuyor mu?” Avukatlar; Adalet İçin Hukukçular, Ohale Karşı Avukatlar, Tecrite Karşı Hukuk Kurumları Koordinasyonu, Feminist Avukatlar, Doğa Korumacı Avukatlar ve Hayvan Hakları Savunucusu bir çok avukat bileşeninden oluşuyor. Bu bileşenler zaten dayanışma ve mücadele alanlarında bir araya gelebiliyor. İstanbul Barosuna kayıtlı olmayan imzacılar hariç, sonuç olarak grup değiliz denilse de İnisiyatifin aslında seçim grubundan farklı olmadığı görülüyor.

Meslek Penceresinden Hayata Bakmak

Haluk İnanıcı yukarıda adı geçen kitapta “Türkiye’de Avukatlık İdeolojisi” başlıklı makalesinde “… bir mesleğin kendi penceresinden bakarak tüm hayatı bütünlük içinde kavrayabilmesi hatta ifade edebilmesi oldukça zor” olduğunu yazmış haklı olarak. Oysa avukat inisiyatifi metni tüm hayata meslek penceresinden bakmaya çalışmış. Meslek penceresinden bakmaya çalışırken aslında gerçek durumu da tam tespit ve tarif edememiş. Yine metin, mücadelenin en önemli boyutunun hak ve özgürlükler hukuku olduğu belirtilmiş. Yaşadığımız ülkede 2002’dan bu yana 48 bin yaşam hakkı ihlali, 15 bin kadın cinayeti, 22 bin iş kazası cinayeti, 23 bin kötü muamele mevcut. Yine AİHM kuruldu kurulalı hakkında en çok ihlal kararı verilen ülke Türkiye. Dünyada en çok milletvekilinin, gazetecinin, avukatın, belediye başkanının, akademisyenin yargılandığı ülkeyiz. Diğer yandan ‘siyasi soykırımın’ yaşandığı ve şirket tipi bir devlet yapısının inşa edildiği başında da otoriter baba figürünün olduğu bir ülke burası.

Bu durumda ülkenin temel talebi ve ihtiyacı barış ve adalettir. Ancak şu an için ise acil olan ölümlere karşı ‘yaşam hakkını savunmak için’ tecridin kaldırılmasını talep etmek olması gerekmez mi? Bunları istemek için de ‘saf siyasi’ özne olunmasına gerek yok, hukukçu olmak da kâfi olmalı.

Eleştirilerin Tutarlılığı Sorunu

Haluk İnanıcı’nın Ercan Kanar eleştirisinde “Kendisinin mutlak doğruyu açıklandığına inanan bir eleştirmenin, merkezinde yer almadığı her hareketi dışlayan” şeklindeki cümlesi; tam da Haluk İnanıcı’nın kullandığı dil ve 11 sayfalık analizleri ile kendisinin yaptığı eleştirisine örnek olmuş. Yani Haluk İnanıcı, eleştirdiği şeyi bizzat kendisi yapmıştır. Oysa yapılan analiz ve eleştirilerin öncelikle kendisi ile tutarlı olması beklenir. Analiz ve eleştiriler; pratiğe, yani mücadeleye aktarılırken, baskıya karşı bir isyan ve özgürlük dilini taşımalıdır.

Avukat İnisiyatifi “Demokratik toplum hedefine yönelik mücadelenin, tüm avukatlar bakımından birleştirici ve ortak bir zemin olarak kabulü ile” ara başlığı ile başlıyor. Öncelikli İnisiyatif kendisine hedef olarak tüm avukatları seçmiş, bu aynı zamanda tüm avukatların eşdeğer görüldüğü anlamını da taşıyor. Yine sözü geçen kitapta “Avukatın Bağımsızlığı Yoksa Bir İllüzyon ve Demagoji Malzemesi mi?” başlıklı makalede dendiği gibi İnisiyatif tüm avukatları birleştirme adına bir yanılsama mı yaratıyor, bir demagojik söyleme mi başvuruyor?  Bunun Avukatlar arasında sınıfsal ve ideolojik tüm ayrımları ortadan kaldıran bir yanılsama da içerdiği gözlerden kaçmıyor. En son İstanbul Baro seçiminden de bakıldığında görüleceği üzere, avukatların önemli bir kısmı tercihlerini kendi ideolojik duruşlarına göre yapmıştır. Ayrıca genç avukatların önemli bir kısmının büro açamadığı ve metnin tabiriyle ucuz emek gücü haline dönüştüğü, yani işçileştiği ve/veya işsizleştiği bir durumda ortak talepleri, ‘patron’ avukatlarla nasıl aynılaşacak. Haluk İnanıcı’nın yine aynı kitapta “İşçi Avukatlar İçin Bir Değerlendirme, Bir Öneri” başlıklı makalesindeki tabiriyle uzun süre isminde bile netleşilemediği ‘işçi avukatlar’. Ya da sınıfsal eşitsizliğin, cinsiyet eşitsizliği veya yaş hiyerarşisinin, etnik-kültürel eşitsizliğin olduğu bir yerde hangi tüm avukatlar? İlkeli-ilkesiz tartışması bir yana Baro yönetimine karşı Hasan Kılıç’ın aldığı genç oylar aynı zamanda bu hiyerarşik duruma bir tepki değil mi?

Yada İstanbul Barosu Yönetiminin tabiriyle avukatların önemli bir kısmı adliye giriş aramalarına, güvenlik bunu gerektiriyor derken Avukat İnisiyatifi tüm avukatları birleştirme kaygısıyla buna tıpkı İstanbul Barosu gibi karşı çıkmayacak mı?

Metinde AİHM kararlarının uygulanmamasına itiraz edilmiş, başka bir yurttaşlık rejimin ilk modeli olan 130 bine yakın KHK için hiçbir hukuki prosedür işletmeden sadece kanaatlere dayanarak kamudaki işlerinden resmi gazetede isimleri bir gece yarısı ilanı ile neyle suçlandıklarını bilmeden üniversite yönetim kurulu kararı ile medeni ölü haline getirilenlerle ilgili başvuruları AİHM ret etmedi mi?  Bu durumda KHK’lılar yola nereden çıkacak? Ama onlar, Avukat İnisiyatifi’nden daha net çizmişler hatlarını ve barış akademisyeni Hakan Koçak’ın tabiriyle “ADİL SAVUNMA HAKKI” kısaca adalet  istiyorlar.

Kime Karşı Haklar ve Özgürlükler Mücadelesi Verilecek?

Hak ve özgürlükler mücadelesi temel hedefiniz ise kime karşı, kiminle birlikte mücadele edeceğinizin cevaplarını isteme hakkımızda olmalıdır?

Kime karşı haklar ve özgürlükler mücadelesi verilecek? sorusunun cevabı paylaşılan metinde yok.  Hak ve özgürlükleri kısıtlayan yeni tip rejimi tarif etmeden nasıl bir mücadele verilebilir ki? Bir kez daha sorulmalıdır: Kime karşı, kiminle birlikte ve nasıl bir mücadele? Hak ve özgürlükler mücadelesi gücü elinde bulundurana, iktidara karşı yürütülmez mi? Ne bu metinde ne de Haluk İnanıcı tarafından metni dair açıklama yazısında bu sorunun cevabını bulamadım.

Metinde ‘iktidar’, ‘egemen’  yer almayacak, hem devlet iktidarı hem meslek örgütü iktidarı görünmez kılınacak. Ama diğer yandan eleştiri yapanları metni okumamakla itham edip pratiğe dair sınırlı söylediklerinizle, entelektüel analizlerinizle tam da yaptığınız eleştirideki hataya düşeceksiniz. Mutlak doğruyu bilen bir dil, 11 sayfalık açıklamanıza hakim olacak. Pozitif yasaların uygulanmadığından yakınacaksınız ama hangi pozitif yasalar KHK’larla Anayasa bile askıya alınmış durumda ve bir kişinin ağzından çıkanın en üst norm olduğu bir ülke var, yola çıkarken hiç olmazsa bu hususu tespit etmek gerekmez mi? Uluslararası sözleşmelerin uygulanması çağrısı, tam da Ercan Kanar’ın eleştirisinde olduğu gibi tabulaştırılmış pozitif hukuk çıkış noktanız olursa yıllarca devletin AİHM’de avukatlığını yapan Bakır Çağlar tanımından bakarsınız hukuk  ideolojisi mücadelesinde, bu yol İnisiyatifi baskıya karşı mücadelede bir yere götüremez, İstanbul Barosunun Kazım Kolcuoğlu’ndan başlayan bugünkü Mehmet Durakoğlu yönetimine varan bir çizgiye götürür sadece.

Avukatlık faaliyetinin kesiştiği çevre, sağlık, imar ve medya başta olmak üzere diğer meslek alanlarıyla ve akademiyle iş birliği vurgusu var metinde. Hangi akademi bu? KHK’lar ile atılan Barış Akademisyenleri mi? Geri de kalanlar mı?

Hangi medya? Cumhurbaşkanı konuşmaya başladığında hepsi birden canlı yayına geçen medya mı? Türkiye de medya yok artık sosyal medya var sadece. İmardan bahsederken herhalde havaalanı işçilerinden ya da kuzey oto yolu işçileri değil dayanışma yapılacaklar. Çorlu adliyesinde nöbet tutan aileler de bu metnin gündeminde değil. Tüm avukatları ortak paydada birleştirmeyi hedefliyorsa, kime karşı ortak dil? Bu yeni ortak dil her şeyi söylediğini iddia ederken aslında hiçbir şey söylemeyecek mi?

“Öyle ifadelerde ortaklaşalım ki, herkes inandığı şey için mücadele etsin ve fakat o mücadele aynı zamanda müşterek mücadelenin de parçası olsun.”

‘Öyle ifadelerde ortaklaşalım ki?’ Hangi ifadelerde ortaklaşalım? ‘Herkes inandığı şey için mücadele etsin?’ Neye, kime karşı mücadele etsin? “Hak ve özgürlükler alanında beraber çalışmayı, üretmeyi amaçladığını görüyorum” diyor. İnanıcı bunu gördüğünü söylüyor, ama ortak payda buluşmak istediklerine de bunu göstermeye çalışması gerekmez mi?

Müşterek pratikler üretmek gerekmez mi’ diye soruyor İnanıcı. Ne için müşterek pratikler “karşı-ideolojik hukuk” nehrinin, karşı ideolojik nehirden ne anlamamız gerektiği belirsiz! Ancak İnanıcı bunu geçmişte dayanılan işçi sınıfının varlığını bile hissetmemeye dayandırıyor? Sol yapılar işçi sınıfı ideolojisine dayandı hala da dayanıyor. İnanıcı havaalanı işçilerinin isyanını ve ardından gelen işçi sınıfının gördüğü en kapsamlı tutuklama saldırısını ya da Flormar kadın işçilerin (ağırlıklı) 297 gün  süren ve Cargill işçilerinin sendika hakkı için direnişlerini de görmezden geliyor. Ardından Kürt halkının siyasi mücadelesine değiniyor ama bu mücadelenin sosyalist ve devrimci neredeyse tüm bileşenlerini, baskıya karşı koyan Müslümanı, kadını ve LGBT’yi birleştiren siyasi iradeyi ve mücadeleyi görmüyor. İnanıcı’nın gündeminde yaşam hakkı var ama  ölüm oruçları yok. İşkence yasağı var ama beyaz tülbentli annelerin cezaevi önlerinde bir kaç haftadır yaşadıkları yok. Tüm haklar söylemde ve kağıt üzerinde kalmış, hakkı ihlal edilenler, mağdurlar kendine yer bulamamış.

Tüm avukatları birleştirmekse isteğiniz, ilk önce sağınıza solunuza ‘saf politik’ özne gözüyle bakılması gerekmez mi? Tüm dünya da sağ politikalar güç kazanmış derken ‘Sarı Yelekliler’i ya da Sudan’ı görmüyor İnanıcı. Ya da hemen sınırın öteki tarafında -yanı başımızda- olanlar metni kaleme alanların bakışında bir kelebek etkisi yaratmaya yetmemiş. Onun gündeminde tüm avukatları bir araya getirmek var. Amorf ve teslimiyetçi bir muhalefet İnisiyatifin çağrı metnini sarmış, İnanıcı “bunları boş verin tüm avukatları bir araya getirecek dilin peşindeyiz” diyor. Ama kullandığınız dil sizin kim olduğunuzun göstergesi değil mi? Eğer bugün yola çıkarken yeni bir dile ihtiyaç varsa Tahir Elçi son çağrısıyla bir miras bıraktı biz avukatlara…

Yazıyı sonlandırmadan evvel Barış Elçisi’nin çağrısına kulak verelim:

“Buradan bir çağrı yapmak istiyoruz. Biz bu tarihi bölgede, birçok medeniyete beşiklik etmiş ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede insanlığın bu ortak mekanında çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar çatışmalar silahlar operasyonlar bu alandan uzak olsun diyoruz. Bu amaçla bugün arkadaşlarımla, Diyarbakırlılarla birlikte buradayız. Bu davranışı; tarihe yönelik şiddet eylemini, suikastı saygısızlığı kınıyoruz. Tarihsel mirasına sahip çıkmayanlar güvenli bir gelecek kuramazlar. Bu nedenle tarihimize değerlerimize tarihi ve kültürel mirasımıza sahip çıkalım diyoruz.”

Son sözüm şudur. Ülkede yaşanan gerçek sorunların çözümü burjuva hukuk ideolojisini yeniden üretmekle olmaz, bu ancak siyasi iktidarı hedefleyen bir perspektiften yürütülen bir mücadele ile mümkündür. Hukukçuların birlikteliği ve hukuki mücadele de ancak böylesi bir siyasal mücadelenin parçası olduğunda gerçek sorunların çözümüne anlamlı bir katkı sunabilir. Diğer türlü hukuk ve hukukçular adına söylenen parlak laflarla sadece hukukçular mevcut müesses nizamın aparatları olduklarını deklare etmiş olurlar. Hepsi bu.