2022 İstanbul Barosu seçimlerini geride bıraktık ama seçime damgasını vuran tartışmalar da bundan sonra alınacak yolun haritası da üzerine daha çok düşünülmeye ve konuşulmaya muhtaç. Zira artık karşımızda; uzun zamandır yönetimde olmanın gücüne ve manipülatif yöntemlerle yüklenmesine rağmen giderek kan kaybeden, genel kurula bir enerji ve coşku taşıyamayan ve seçimi kazanmış olmasına rağmen süreci zaferle bitiremeyen bir yönetim duruyor. Ama sadece yönetimin aldığı oya bakarak gördüklerimiz bize yeterli gelmeyecektir. Avukatların her geçen yıl İstanbul Barosu seçimlerine daha az ilgi göstermesi karşısında muhalif grupların da kaybettikleri kana, sandığa taşınamayan heyecana ve nedenlerine de bakmamız gerekir.

Kaynak: Bağımsız Avukatlar Twitter Hesabı

Son yıllarda seçim grupları olarak adım adım üzerinde durduğumuz zeminlerin birbirine yaklaştığı, aynı cümlelerle sorunları tanımlayıp aynı cümleler ile oy istediğimiz bir üretimsizlik döneminden geçtiğimizi söyleyerek başlamak sanırım hatalı olmayacaktır. Ardımızda bıraktığımız yıllara bakmadan yeni gelen seçim dönemine doğru yola düşersek, kervan yolda dağılacak gibi görünüyor.

“Avukatın kim olduğu, neden önemli olduğu” tartışmasını hamasetten çıkarıp, yargı ve toplum karşısındaki yerine bakan bir noktaya çekemediğimiz ve var olma mücadelesine dönüştüremediğimiz yerde savunmanın kurumsal temsiliyeti yani baronun önemi de kaybolmaya mahkûm. Baro binlerce avukat için her gün biraz daha varlığının anlamını yitirdiği bürokratik bir kuruma dönüşüyor ve sayısı her geçen gün artan düzeyde avukat için, “yönetimde hangi grup olsa bir şeylerin değişmeyeceği” duygusu yayılıyor. Baro seçimleri de bu anlamı ile önemini her gün biraz daha yitiriyor.

Uzunca bir zamandır gerek adayların broşürlerinde gerekse genel kurulda yapılan konuşmalarda ne kendimizi, yani “avukatı”, ne “neden önem atfettiğimizi” ne de meslek örgütünün bu anlamı ile hayatımıza değen karşılığını konuşmuyoruz. Öyle ki birkaç dönemdir çoğunluğun “meslek sorunlarını çözemediğimiz yerde saygınlığımız zaten olmaz” şiarı ile çubuğu mesleğin teknik/ güncel sorunlarına büktüğü yerde, “meslek sorunu” denilen kısma dahi söylenen farklı bir söz kalmamış görünüyor. Hepimiz hep bir ağızdan sesleniyoruz, “sorunları biliyoruz, asıl biz çözeriz!”

Oysa önem tariflemesi yapmadığımız; dönemin saldırılarına ayakları yere basan politik bir bütünlükten bakmadığımız; avukatın bu saldırılar karşısındaki yalnızlık ve çaresizlik isyanını “savunma kurumu içerisinden” görmediğimiz; savunmanın siyasallaşan yargı karşısındaki yerini de sorunlar piramidinin en üstüne koymadığımızda; yani “çözümü” bireysel çaresizlikten çıkarıp topyekun mücadele hattına çekmediğimizde, her başlığı “saygınlığımız mı, mesleki sorunlarımız mı” tartışmasına indirgeyip bize biçilen sarmalda yalnızlaşıyoruz.

Gündemi kendimiz tariflemeyip sosyal medyada akan günlük sözler üzerinden yakalamaya çalıştığımız bu dönemde çok tweet atarak “ilgili”, en vurucu cümleyi kurarak “dirayetli” kabul edilmeyi talep ediyoruz. Ama hayat, sokakta da adliyelerde de başka bir yarayı derinleştirerek akıp gidiyor. Ve bu yanımızdan akıp gidenler, sosyal medyanın günlük hafızasına bırakılıp, unutulmayacak kadar ağır; saldırı, bireysel karşı duruşlarımızla engellenemeyecek kadar büyük.

Kabul edelim ya da şu meslek şapkasını bir önümüze koyalım artık. Uzunca zamandır her grup, avukatlara “kendilerine inanmalarını istemek” dışında yol önermiyor/öneremiyor. Tanışıklığa, tanıdıklarımıza, tanınmışlığımıza güvenerek yol almaya çalışıyoruz. Fikrin etkileyiciliğine değil, bireylerin inandırıcılığına yaslanılan bir seçim sürecinde, sonuçta kişisel olarak tanımadığımız/tanınmadığımız binlerce avukatı da bir heyecanın ucuna takıp sandığa getiremiyor, avukatları kişisel dertlerine derman arama çaresizliği ile baş başa bırakıp aslında “yalnız olmadığımız” savunma hattının parçası olduğumuz duygusuna katamıyoruz. Oysa fikir değil miydi insanın en tutkuyla bağlandığı, toplulukları harekete geçiren birlikte umudu büyütme, ait olma hissi değil miydi?

Tam bu noktadan baktığımızda, Önce İlke’nin kazanması da bir duruşun karşılığı değil mi? Politik bir “duruşu” olan ve bunu -her seçim dönemi manipülasyonlarla da olsa- gündemde tutmayı başaran Önce İlke, “durduğu yeri”, “savunduğu görüşü” dile getirmek ya da onların deyişi ile “kaleye sahip çıkmak” için gelip oyunu kullanan seçmenleri ile kazanıyor seçimi. Artık arkalarında 28 Şubat’ın onları yükselten rüzgarı yok; “biz seçimi almazsak AKP baroyu alır” korkutmaları, 2. baronun kurulması ile boşa düştü, ‘kirli saldırıları’ eskisi kadar karşılık bulmuyor ama yine de kendi duruşunu savunan binlerce avukat, “bu seçim her zamankinden önemli” hissi ile sandığa geliyor. Yani bizlere kaybettiren başkaca nedenler olsa da yönetime hala seçim kazandıranın, “çizgisini savunmak için sandığa gelen avukatlar” olduğu gerçeğini görmek gerek.

İstanbul Barosu, bireysel emeğin karşılığının -kıymetsiz olduğu için değil örgütlenmezse kaybolacağı için- sandıkta görülemeyeceği kadar büyük; İstanbul Barosu, kamu vicdanına değecek yanı, “teknik projeleri” olmayacak kadar önemli ve avukatlar sosyal medya fenomenlerinin gideremeyeceği kadar yalnız…

Kaynak:direnisteyiz30.org

Bizi sadece bir fikrin büyüsü, bir mücadelenin parçası olmanın kararlılığı ve “ben gelmezsem bir kişi eksik olacaklar” duygusunu yaratacak politik bir hattın varlığı kendimize getirebilir. Yalnız olmadığımızı, bize “yalnız değilsin” denmesi ile değil, yan yana hiç gelmesek bile bir yerlerde “Dostlar ki bir kerre bile selamlaşmadık / aynı ekmek, aynı hürriyet, aynı hasret için ölebiliriz*” dedirtecek bir fikir ve duygu ortaklaşması içerisinde hissedebiliriz ancak. Avukat olarak değil, savunma olarak top yekûn bir duruşun parçası olduğumuzda mücadele etme gücü bulabiliriz.

Tabloya bu açıdan baktığımızda; bugünden yarına duyanı düşündürecek, “bizim ağzımızdan çıktığında kulağına değenin sözü olacak” sözler büyütmek; mesleğe, baroya, adalete sahip çıkmanın mücadelesini neden vermek gerektiğini tartışmak, birlikte talep etme ve dönüştürme heyecanı yaratmak; “savunma neydi, neden önemli”ydi ilmek ilmek yeniden anlatmak hepimizin önünde duran kaçınılmaz bir görev ve her birimizin ihtiyacı. Dipdiri bir yol haritası ile “savunmayı toplumsal adalet talebi ile birlikte savunarak” yola çıkmalıyız.

Bu yolda karşımıza çıkan “ODA TV haberleri” ya da Ümit Kocasakal’ın baro padişahı olarak görünmez koltuğundan verdiği fetvalar veyahut siyasi iktidarın kirli dili ile yapılan saldırılar ve dahaları bizi umutsuzluğa yöneltmesin. Biz güçlendikçe daha da çok olacağını biliyoruz. Yani “hakemler hep karşı takımı tutacak ve biz hep yedi kişi ile tamamlayacağız maçı**

Yol uzun… Kolları sıvama vakti…

 

 

*Fevkalade Memnunum Dünyaya Geldiğime, Nazım Hikmet

**İtirazın İki Şartı, Nevzat Çelik