Kısa süre önce yapılan İstanbul Barosu genel kurulu, katılımın en az olduğu bir genel kurul oldu. Oy kullanma oranı 2020 seçimlerinde (pandemi sebebiyle 2021’de yapıldı) %20 iken son genel kurulda %42’de kaldı. 56 bin seçmeni bulunan baroda kazananın aldığı oy 7 bin. Ankara Barosu’nda da benzer durum yaşandı; 21 bin seçmenli Ankara Barosu genel kurulunda 11bin oy kullanıldı, kazanan grup 7 bin civarında oy aldı.
İstanbul Barosu genel kurulu içerik olarak da, hukuk felsefesi açısından da bugüne kadar yapılan genel kurullar arasında en sönük olandı. Daha önceki duruşlarla çelişen ilkesiz ittifaklar, genel kurula damgasını vurdu. Tüm grupların ve başkan adaylarının hemen hemen ortak özelliği politikadan, toplumsal acil sorunlardan kaçmaktı. Tümünün söyleminde ekonomizm hakimdi. Ne olursa olsun yönetime gelmek, yönetimden pay almak esas amaçtı. Rahatlıkla söylenebilir ki tüm gruplar ve başkan adayları eleştirel hukuk ekolünden, anlayışından çok uzaktılar. 2014 yılında Özgürlükçü Demokrat Avukatlar (ÖDAV) hareketi ile başlayan eleştirel hukuk ekol ve anlayışı bu genel kurulda, ilkesiz ittifaklardan dolayı devam ettirilemedi.
Eleştirel hukuk anlayışı üzerinde kısaca duralım: Eleştirel hukuk çalışmaları 1970’lerin sonunda ortaya çıktı. Hukukun var olan politik-ekonomik ve toplumsal ilişkilerden bağımsız olup olmadığı tartışmaları, eleştirel hukuk çalışmaları ekolü ile yeni bir boyut kazandı. Kökenlerini ‘Frankfurt Okulu’nun eleştirel düşüncesinden ve ‘post-marksizm’den alan eleştirel hukuk çalışmaları, öncelikle liberal hukuk sistemini analiz etmeye ve eleştirmeye yöneldi. Eleştirel hukukçular “Hukuk Politiktir” önermesini benimseyerek hukukun politika ile olan ilişkisini irdeledi, liberalizmin hukuksal argümantasyon yöntemlerine karşı çıktı, hukuk politiktir ve tüm yapılardan ari, üstün ve kutsallaştırılmış dokunulmaz bir normlar sistemi değildir tespitini yaptı. Eleştirel hukuk çalışmaları bu tespiti politik, tarihsel, ekonomik, sosyal ve kültürel faktörleri de göz önünde bulundurarak yaptığı sosyolojik analizlerle de gerekçelendirdi ve ortaya koydu. Bu yapılan analizlerde hukukun belirsizliği, tarafgirliği ve ideolojik niteliği üzerine derin tartışmalar mevcuttur. Eleştirel hukuk ekolü üzerine söylenecek çok şey var ama biz burada konumuzu göz ardı etmemek için şimdilik bu kısa giriş bilgisi ile yetinip baro genel kuruluna geri dönelim.
Genelde baroların resmi hukuk politikalarının bir aracı konumunda olduğu açıktır. Baroların yasalara bakışındaki anlayış felsefi, ekonomik ve sosyal gerçekleri sorgulayıp demokrasi ve özgürlükler açısından alternatifler sunmaktan uzak olduğu gibi bu mevcut bakış açısı mesleki sorunlarını çözmekte de aciz kalmaktadır.
2014 genel kurulunda ÖDAV hareketiyle mevcut egemen baro anlayışı ve yapısına karşı kapsamlı alternatif hukuk anlayışı ortaya konmuştu. Ne var ki son genel kurulda hukukun politik olduğu saptaması rafa kaldırıldığı için mevcut yapıya ve anlayışa karşı alternatif sunulamamıştır. 2014 genel kurulunda ÖDAV halkın yargılama sürecine katılması, yargıda demokratik jüri sistemi olması, yasaların yukardan aşağıya doğru değil aşağıdan yukarıya doğru üretilmesi gerektiğini ve farklı kimlik ve dilleri anayasal korumaya alan özgürlükçü, eşitlikçi, katılımcı bir sivil anayasa ihtiyacını dile getirmişti. Bunlarla beraber; suç/ceza/hapishane konusuna özgürlükçü bakmak gerektiğini, devletin cezalandırma hakkı yerine toplumsallaştırma ödevi olduğunu; azınlık haklarının, halkların dil ve hak eşitliğinin, ana dilde eğitim ve öğrenim hakkının, halkların barış hakkının, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasının, kolluğun ifade alma yetkisinin olmamasının, kolluğun sadece teknik maddi verileri toplamasının, gizli tanıklık yasasının ve benzeri antidemokratik yasaların kaldırılmasının, yargıçlar ve savcıların da toplu sözleşmeli ve grevli sendikal hakları olmasının, başta barolar olmak üzere meslek odalarının da anayasa mahkemesine başvuru hakkına sahip olmasının, idare hukukunda reform yapılarak yerel yönetimlerin özerkliğinin gerçekleşmesinin gerekliliğini vurgulamıştı. Yine aynı şekilde ÖDAV geçmişteki soykırımların, insanlığa karşı suçların kabul edilerek devlet adına özür dilenmesini de, geçmiş dönem seçimlerde dile getirmişti. Yani özet olarak; eleştirel hukuk ekoluna uygun alternatif özgürlükçü hukuk anlayışı, temsili değil doğrudan demokrasiye vurgu yapılmıştı. Dolayısıyla son genel kurul ortak özellikleri politikadan kaçmak olan birbirlerine benzeyenlerin yarıştığı bir genel kurul oldu.
Yine de gelecek açısından umutsuzluğa kapılmadan eleştirel hukuk çalışmalarını derinleştirmek gerekir.