İstanbul Barosu’nun  seçimlerini yine “Çağdaş Avukatlar” Önce İlke Grubu kazandı. Bu grubun başkan adayı olarak yarışan Filiz Saraç’ın seçilmesini, içinde yer almış olmakla bu grubun aşırı ulusalcı, milliyetçi ve devletçi dünya görüşünü paylaştığı gerçeğinden bağımsız olarak, erkek egemen bir yapıya sahip olan ülkemiz  açısından  olumlu bir gelişme olarak  kaydetmek gerekir.

Bu genel kurul yönünden kayda değer diğer bir olay ise, uzun yıllar İstanbul Barosu’nun yönetimine damgasını vurmuş olan Çağdaş Avukatlar Grubu’nun (ÇAG) bu yarışın içinde aktif olarak yer almamış olmasıydı. ÇAG, hak ve özgürlük ihlallerinin alıp başını gittiği, yaşam hakkının hiçe sayıldığı, demokrasinin rafa kaldırıldığı, ülkenin tam anlamıyla kaosa sürüklendiği, yönetilemediği  1970’li yıllar  ortamında, bu vahim duruma  suskun kalan,  kendi içine kapanarak adeta üç maymunu oynayan İstanbul Barosu yönetimine karşı bir tepki olarak doğmuştur; farklı siyasi görüşlere ve ideolojilere sahip  bazı avukatların İstanbul Barosu’na gerçek hüviyetini  kazandırmak üzere  evrensel değerler etrafında  bir araya gelerek, dönüştürücü, yenilikçi ve yenileştirici  bir misyon hareketi olan ÇAG’ı oluşturmaları İstanbul Barosu için bir milattır.

Daha önce büro ziyaretleri ve telefon görüşmeleri çerçevesinde yürütülen ve sınırlı sayılı avukatın katılımıyla gerçekleşen genel kurullar, ÇAG ile bir gruplar yarışına dönüşmüş, daha önce baro faaliyetlerine ilgi göstermeyen avukatların bu faaliyetlere aktif olarak katılmaya başlamışlarıyla da çok katılımlı, canlı, ülke gündeminde yer işgal eden  genel kurullar dönemi açılmıştır. ÇAG hareketi, İstanbul Barosu’na kurumsal kimliğini ve işlevini etkin bir biçimde hayata geçirmenin yolunu açmış, aktif ve dinamik yapısıyla içte ve özellikle başta Avrupa Konseyi olmak üzere ulus ötesinde kurduğu çok yönlü ilişkilerle İstanbul Barosu’nu dünya genelinde tanınır ve bilinir bir hukuk kurumu haline getirmiştir.

Bütün bunların ötesinde ÇAG, gerektiğinde toplumun farklı kesimlerinin farklılıklarını gözetmeden yurtseverlik potasında bir araya gelebileceğini göstermiş, toplumun özlemini duyduğu toplumsal barışa dönük bir ihtiyacın gerçekleşebilme ihtimalinin kapısını aralamıştır.  Önce İlke Grubu’nun devletçi, koyu milliyetçi ve ulusalcı yapısı, bu yapıdan kaynaklanan yönetim ve örgütlenme anlayışı dış dünyaya açılmaya, ulus ötesi örgütsel yapılarla çok yönlü ilişki içinde olmaya uygun olmadığı için, ÇAG döneminde yaratılan bu gibi karşılıklı yakın ve yararlı temaslar  giderek azalmış ve eski canlılığını kaybetmiştir.

Önümüzdeki dönemde de büyük olasılıkla, bu mevcut durumda bir değişiklik olmayacaktır. Önce İlke Grubu’nun şiar edindiği ilkeleri önceleyen yönetim anlayışı nedeniyle, meslek ve meslektaş sorunları, yargısal işleyişten, hakim-savcı ilişkilerinden kaynaklanan önemli problemler ve daha bir çok mesele ilkelerin arkasında kalmıştır; yine kalacaktır. AKP iktidarının sürüyor olması nedeniyle, Önce İlke yönetiminin güttüğü ve öncelik verdiği siyasi anlayışın gereği olarak, İstanbul Barosu belki kendi içine kapanmayacaktır ama, İstanbul Barosu’nun Türkiye’nin sınırları içine kapanacağı kesin gibidir.

Bu genel kurulda, ÇAG  kökenli  bazı meslektaşların da içinde yer aldığı “ Biraradayız” adı altında oluşan bir birlikteliğin, seçim yarışına,  Hasan Kılıç’ın  başkan adaylığı altında dahil olan Önce İlke Yükseliş Grubu ile yaptığı dar kapsamlı ve kalıcı ve uzun süreli olmayacağını düşündüğüm ittifakın önemli sayılacak ölçüde  oy almasına karşın, seçilme başarısı gösterememiş olması, iktidarda olan Çağdaş Avukatlar Önce İlke Grubu’nun İstanbul Barosu avukatları nezdinde  gücünü koruduğunu göstermektedir. Bu sayısal sonuç itibariyle Yükseliş Grubu’ ne verilen oyların ne kadarının ittifakın diğer bileşeninden geldiği önemli olmaktan çıkmıştır; ama, müteakip genel kurulda Hasan Kılıç yine başkan adayı olup olmayacağı bugünden bilinememekle beraber, aldığı oy sayısı göz önüne alınırsa Yükseliş Grubu’nun gelecek seçim yarışında da varlığını koruyacağı kuvvetle muhtemeldir.

 

Hasan Kılıç’ın Önce İlke kontenjanından Baro Yönetim Kurulu’na geldikten sonra hangi nedenle, hangi anlaşmazlık sonucu veya hangi amaçla bu gruptan ayrıldığı ve Önce İlke Yükseliş Grubu’nun başkan adayı olarak tekrar yarışa katıldığı önem arz etmese de, bu meslektaşımızın bu gruptan ayrıldıktan sonra başkan adayı olduğu grubun adında, ardında gizlenen fikriyatın simgesi olan “Önce İlke” den vazgeçememiş olması, ayrılış nedeninin  ilkesel değil kişisel olduğunu göstermektedir.

Nitekim, 2002 yılında Çağdaş Avukatlar Önce ilke Grubu’nun adayı olarak  Baro yönetimine seçildikten sonra, içinde yer aldığı yönetimin ilk icraatlarından biri olan 1930’ların  ırkçı, faşist kafalı, ayrımcı, devletçi ve aşırı milliyetçiliği ile maruf  Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt adına ödül konulması, Önce İlke adını taşıyan her iki grubun ve Hasan Kılıç’ın fikri yapısını ve dünya görüşünü açığa çıkaran bir turnusol kağıdı işlevi görmüştür. O yüzden, “önce ilke” sözünün muhafazası ile “çağdaş avukatlar” sözünün kullanılması aynı şey değildir; Hasan Kılıç‘ın vazgeçemediği “Önce İlke” şiarı   dünya görüşünü yansıtmakta iken, diğer grubun  ”çağdaş avukatlar” sözünü “önce ilke” şiarının önünde kullanması, bu adın  ve bu ada uygun faaliyetlerin meslek camiasında elde ettiği başarıya dayanmaktadır. Bu genel kurulda, başka gruplara ve kişilere   oy verenler dışında, kullanılan geçerli oyların çoğunluğunun aynı kafa yapısına ve dünya görüşüne sahip olan Çağdaş Avukatlar Önce İlke ile Önce İlke Yükseliş Grubu’nda temerküz etmesi, neticeyi tayin eden yoğunluğun fikri ve siyasi eğilimini göstermesi bakımından önemli bir veri sunmaktadır.

Şimdi İstanbul Barosu’nun seçim sonuçları hakkında bir değerlendirmede bulunurken, cevabının aranması ve verilmesi gereken soru şudur:

İstanbul Barosu’nun üyeleri, daha önceki dönemlerde iktidar mührünü, geniş açılımlı, bağrında barındırdığı uygarlık ve çağdaşlık ilkesini yönetime taşıyacağını vadeden ve vaadini gerçekleştiren  ÇAG’ın üzerine  basarken, hangi saik ve  nedenlerle 20 yıldan  beri   evrensel ve küresel bir açılıma kapılarını kapatan, devletçilik ve  aşırı ulusalcılık ve milliyetçilik ilkelerine öncelik vererek yönetim anlayışını bu ilkeler üzerine kapatan Önce İlke  grubuna yönelme eğilimi göstermiştir?

”ÇAG’ın süreç içinde önlenemez düşüşüne sebebiyet veren ve dışa da yansıyan içsel sorunlarından kaynaklanan  nedenler  ayrı bir yazı konusunu oluşturduğundan, bu sorunun cevabını,  yalnızca seçim yarışına katılan grupları ve adayları içerecek şekilde,  sosyolojik ve sosyo-politik  olgular çerçevesinde vermeye çalışacağız.

Zor yılların mücadeleci ruhunun temsilcisi, yukarıda açıklanan ses getiren yönetim faaliyetleri ile  İstanbul Barosu’na önemli hizmetlerde bulunmuş, bu hizmetlerle Baroya özlenen ve beklenen kurumsal kimliğini kazandırmış olan ÇAG karşısında, benimsediği ve şiar edindiği  devletçi, ulusalcı ve milliyetçi  ilkelere öncelik veren bir dünya görüşüne ve düşünce alt yapısına sahip olarak siyasetin  sağ cenahında konumlanmış olan  Önce İlke Grubu’nun 2002’den beri 20 yıl aralıksız süren seçilmesinin bir çok yönden değerlendirilmesi gerekiyor.

1– Uygar ve çağdaş düşünce düzeyine erişmiş olan entelektüel zümrenin üzerine titrediği laiklik İlkesi, Cumhuriyet kazanımları arasında son derece önemli bir yere sahiptir; laiklik ilkesi meslek camiamızın büyük  çoğunluğunun da üzerine titrediği, duyarlı olduğu bir kazanımdır. İstanbul Barosu seçimlerinde  oy kullanan meslektaşlarımızın bu genel kurulda olduğu gibi, daha önceki genel kurullarda da Önce İlke Grubu’nu  tercihinde, dini referans alan söylemleriyle temayüz eden AKP’nin iktidar olması (2002) ile laiklik ilkesi üzerinden CAG’a karşı  yoğun anti propaganda yürüten Önce İlke Grubu’nun  Baro yönetimine seçilmesinin (2002) aynı tarihe rastlaması bir tesadüf değildir, her ikisinin de iktidarlarının 20 yıldır sürüyor  olması  tesadüf olma ihtimalini ortadan kaldıran bir hadisedir; her iki olgu arasında, laiklik ilkesinin korunması güdüsüne dayanan bir paralellik, bir sebep sonuç ilişkisi bulunmaktadır. Ülkenin süreç içinde yaşadığı değişken  siyasi konjonktür açısından bakıldığında, ÇAG’ın ortaya çıkışının ve uzun süre seçilme başarısının altında, 1970’ler döneminin ürkütücü kaotik ortamının ve 12 Eylül 1980 ordu darbesi sonrasında ülkeye dayatılan faşizmin  ne kadar payı var idiyse, Önce İlke’nin başarısında da, benzer şekilde, din üzerinden ve dini referans alarak siyaset yapan  AKP’nin iktidara gelmesinin ve iktidarını sürdürmesinin o kadar payı vardır. Toplumun entelektüel kesimini oluşturan avukatların büyük çoğunluğunun laiklikliğin tehlike altında olduğu endişesine kapılarak, bu yolda yapılan yoğun propaganda doğrultusunda, oylarını ağırlıklı olarak  aynı fikri yapıya ve benzer görüşlere sahip  Önce İlke ile Yükseliş gruplarında temerküz ettirmelerinin altında bu içgüdü  yatmaktadır.

2– Aynı hamurdan yoğurulan ve aynı düşünce yapısına ve dünya görüşüne sahip olan Çağdaş Avukatlar Önce İlke ile Önce İlke Yükseliş gruplarının  genel kurullarda aldığı birbirini izleyen en yüksek oy sayılarını alt alta koyup topladığınızda, genel kurullarda oy kullanan meslektaşlarımızın benimsedikleri eğilimin baskın niteliği ve hacmi ortaya çıkar. Genel kurullara ve seçimlere katılmayan ve sayısı da az olmayan, büyük ihtimalle orta ve üzeri yaş grubuna dahil olduğunu düşündüğümüz meslektaşlarımızın, genel kurullara ve seçimlere topyekûn katılmaları halinde bile, süreç içinde ortaya çıkan genel oy dağılımının istatistiki verileri göz önüne alındığında, bu oyların dağılımındaki ağırlığın aynı doğrultuda sandığa yansıyacağı, mevcut dunumda bir değişiklik yaratmayacağı yüksek bir ihtimaldir.

3-Arkasında yürüdükleri devletçilik, ulusalcılık ve milliyetçilik gibi ilkelerin önlerinde açtığı hamaset yolunun imkânlarından fazlasıyla yararlanan   önce ilkecilerin hitabet kabiliyetlerinin etkisi  bir ölçüde inkâr edilemezse de, genelde, hitap edilen kitlenin entelektüel bir zümre olan avukatlardan oluşması, bu başarının elde edilmesinde önemli bir etken olabilme ihtimalini en aza indirmektedir.

4– Olmayana ergi metodundan hareket edildiğinde ise,  Çağdaş Avukatlar Önce İlke  ve Önce İlke Yükseliş gruplarının benimsediği ve izlediği devletçi, ulusalcı ve milliyetçi görüşünün ve siyaset anlayışının dış dünyaya, ulus ötesi ilişkilere ve gelişmelere, yukarıda belirtildiği üzere, büyük ölçüde kapalı  olduğu göz önüne alındığında, bu grupların  ve destekçilerinin, dünyada ve özellikle Kıta Avrupası’nda bir süreden bu yana, Yugoslavya’da,  ırkçı, milliyetçi Georgia Meloni’yi başbakanlığa taşıyan İtalya’da, Brexit’in yaşandığı Birleşik Krallık’ta ve daha bir çok yerde yaşanan ulusalcı ve milliyetçi akımlardan etkilendiğini söylemek pek mümkün görünmüyor. Görünmüyor çünkü, bu ilkeler toplumun benliğinde zaten yerlerini çok uzun süreden beri almış durumdalar. Erken Cumhuriyet döneminden itibaren öngörülen ve uygulanan tek yönlü ve tek yanlı resmî ideoloji doğrultusundaki eğitim politikaları vasıtasıyla bu ilkeler, kuşaklar boyunca, toplumu oluşturan bireylerin zihinlerine kazınmış durumda olduğundan, zaten mevcutturlar. Çok kapsamlı ve çok katmanlı bir imparatorluğun yerini alan yeni bir devletin yapısını, çatısını ve ideolojisini örgütleme çabası içinde olan zamanın siyasal iktidarları, milleti bu kavramlar etrafında birleştirme ve kaynaştırma projesini resmi ideolojiye dayanan milli eğitim politikaları üzerine bina etmiştir. Zihinlere yerleştirilmiş olan bu sosyolojik ve sosyo politik olgulara dayanan propagandalar vasıtasıyla Önce İlke Grubu’nun İstanbul Barosu’nun yönetimine gelmesi ve geride kalan 20 yıllık süre içinde iktidarını bu ilkelerden kaynaklanan dünya görüşüne dayanarak sürdürüyor olması, dönemsel değil avukat camiasını da kapsayan YAPISAL BİR DURUMDUR. Bu yapısal durum değişmedikçe, değiştirilmedikçe veya bu yapısal durumun kalın duvarlarını aşacak farklı ve etkileyici yeni bir sürecin önü açılmadıkça, bu yapının arkasında konumlanmış olan grupların baro seçimlerindeki süregelen başarılarını aşmak ve önüne geçmek kolay olmayacaktır.

5– Bu somut yapısal gerçeklik karşısında bu genel  kurulda, ÇAG dahil seçime girmeyen, başarılı olamayıp önümüzdeki genel kurula katılmak isteyen veya ilk kez katılacak olan grup ve kişilerin şapkalarını önlerine koyup düşünmeleri ve  “Önce  İlkecilerin” bilinçli olarak  tepe tepe kullandığı bu yapısal durumu aşacak çareler, yeni ve yaratıcı  yöntem ve stratejiler  üretmenin yollarını aramaları gerekmektedir. Bu somut duruma dikkat çekerken ve naçizane önerilerde bulunurken, sakın ola ki, önümüzdeki seçimlere katılacak olanların kendilerine ait, kendileri için tartışılmaz, vazgeçilmez ideolojilere ve düşüncelere dayanan dünya görüşlerinden taviz vererek, önce ilkecilerin yararlandığı bu yapısal durumla örtüşecek çareler ve stratejiler önerdiğim anlaşılmasın. Bu bağlamda söylemek istediğim, ileriye dönük  olarak yapılacak çalışmalarda, artık, seçilme başarısı sağlamadığı belli olan ve oy verecek seçmen kitlesini umulan ölçüde etkilemediği anlaşılan alışılagelmiş, klasikleşmiş, standart  sözlere ve vaatlere dayanan  kolaycı  yöntemlerden vazgeçilmesi ve  bir zamanlar ÇAG’ın yaptığı çağdaşlık” çıkışı gibi, mevcut durumu değiştirmeye  ve  yenilemeye odaklı, ses getirecek, dikkat çekecek ve oy verecek kitleyi etkileyerek dönüştürecek  yeni, değişik, yaratıcı  ve çarpıcı propaganda yöntemlerine ihtiyaç olduğudur. Yani Mevlana ağzıyla demem o ki, şimdi artık yeni şeyler söylemek lazım. Bu bağlamda, önümüzdeki sürece ilişkin olarak, Önce İlke’nin yoğun propaganda malzemesi olarak kullandığı, meslek camiasının çoğunluğunu etkileyen ve yönlendiren, çok yönlü meslek ve meslektaş sorunlarını ve yargısal işleyişten kaynaklanan önemli problemleri  gölgeleyerek  gereken şekilde ortaya çıkmasını, tartışılmasını ve üzerine gidilmesini engelleyen yönetim anlayışının oluşturduğu  fikri ve zihni barikatları aşacak, söylemden ziyade, birebir ilişkilerin yanı sıra,   ulusa ve ulus ötesine  yansıyacak,  çok yönlü, geniş katılımlı, gündem yaratacak  etkinliklere dayanan eylemli propaganda yöntemlerinin ve buna uygun stratejilerin planlanması ve kapsamlı bir faaliyet programı oluşturulması  gerekiyor.

6– İstanbul Barosu seçimlerini uzun süredir kazanan “Önce İlke” nin elde ettiği bu sonuç, Baro’nun kurumsal varlığı açısından süregelen bir geriye dönüşün devam ettiğini gösteriyor. Gerçekten de, benimsediği ilkelerle özdeşleşmiş bir siyasi parti çizgisinde hareket eden, muhalif tavrını sadece ve sadece mevcut siyasi iktidara yöneltmek suretiyle siyasi düzlem ve söylemle sınırlı tutan Önce İlke Baro yönetimi, mesleği ve meslektaşı yakından ilgilendiren yakıcı sorunlara gereken ilgiyi ve Baro’nun kurumsal varlığına, gücüne ve bağımsızlığına gölge düşürmüştür. Baro yönetiminin acil çözüm gerektiren yakıcı meslek ve meslektaş sorunlarına uzak kalarak gereken ilgiyi göstermemesine, yargı katlarında avukatın tek başına avukatlık kurumunu savunmak durumunda kalmasına ve meslektaşlara ayrımsız olarak gereken desteği vermemesine rağmen meslektaşların Önce İlke Grubu’na yönelmeleri izaha muhtaçtır. Meslektaşların büyük çoğunluğunun meslek yaşamlarında mesleğin bazı yaşamsal sorunlarına muhatap olmamaları bu sonucu doğurmuş olabilir. Bu ihtimal göz önüne alınacak olursa, yapılması gereken, meslektaş bütünlüğüne ulaşarak avukatlık mesleğinin varlık mücadelesine fiilen katılmalarını sağlayacak yolları hayata geçirmek ve  “Birimiz Hepimiz, Hepimiz Birimiz İçin” duygusunu yaygınlaştırarak ortaklaşılan bir duygu, mesleki dayanışmayı da koşulsuz bir kucaklayış haline getirmek olmalıdır. Ancak o sayede silahlardaki eşitsizlik ortadan kalkabilir. Ancak o sayede baro yönetimleri baroların kurumsal gücünün ayırdına varabilir.

7– Baro yönetimi başkan dahil seçilecek diğer üyelerle birlikte 11 kişilik, kolektif, futbol deyimiyle kompakt bir takım faaliyetidir. Kolektif çalışmaya ve üretkenliğe dayanan bu yönetim işleyişinde kişilerin ve kişiselliğin yeri olmamak gerekir. Baro’nun icraatlarında kolektif yapının ve üretimin öne çıkarılması çoğulculuğa ve katılımcılığa dayanan demokratik anlayış ve işleyişin gereğidir. Avukatlık kanununa göre sistem, temsile dayanan BAŞKANLI bir sistemdir; bu sistem, spor kulüplerini andıracak şekilde, hayalleri süsleyen BAŞKANCI hale getirilmemelidir. Baro başkanının ayrı seçilmesi, toplantıları başkanın yürütmesi, hem kanun gereğidir hem de bu gibi yapılarda genel bir uygulamadır; başkana manevi ağırlığı dışında bir üstünlük sağlamaz. Başkan ve yönetim kurulu üyeleri birbirlerine göz hizasından bakmak durumundadırlar. Gerektiğinde başkanı bertaraf edebilecek, baro çalışmalarındaki katkıları ve hizmetleri asla tartışma götürmez olan 10 yönetim kurulu üyesini yok sayarcasına başkanı öne çıkarmak, kolektif üretime ve ortak akla dayanan bir çalışma yöntemine tümüyle yabancıdır. Bunları söylerken maksadım baro başkanlık makamını küçümsemek değil, yerini tayin etmektir. Yoksa bir baro başkanının işgal ettiği makamın gerek yönetimde ve gerekse dışa dönük faaliyetlerde manevi ağırlığı elbette yadsınamaz. Bununla birlikte, bir grubun başkan adayının   “yapacağım, edeceğim” demesiyle, yönetim kuruluyla birlikte hep bir ağızdan “yapacağız, edeceğiz” denilmesi arasında, neticeye müessir, muhatap alınan entelektüel kitleyi etkileyici bir fark mevcuttur. Baro, bir hukuk kurumu olarak, öne çıkarılacak olan bu kolektif yapısıyla, kimden gelirse gelsin hukuksuzluklar ve kanunsuzluklara karşı, toplumun ve meslek camiasının endişelerini gideren, özgür, bağımsız ve güçlü bir muhalefetin öznesi haline gelir ve bu haliyle hem toplumun ve hem de de meslek camiasının güvenini kazanır.

8– Bu dönem gruplar dışında tek başına baro başkanlığına aday olanların sayısındaki artış, eski dönem baro faaliyetlerini andırır bir görüntüye sahip olmuştur. Ancak, daha çok grup faaliyetleri çerçevesinde yürütülen, çoğulcu, katılımcı ve mücadeleci seçim yarışında, kişiyi öne çıkaran bu tekil başkanlık adaylıkları sönük kalmıştır. Bu durum muvacehesinde anlaşılan o ki, genel kurula ve seçimlere katılan meslektaşlar, bizatihi kişiye dayalı, otoriter bir anlayışı ve liderliği çağrıştıran bu adaylıklara itibar etmemişlerdir. Bu durumun kurumsallık yönünden doğru ve olumlu bir mesleki davranış olarak not edilmesi gerekir. Bu bireysel çıkışlar   belki o adaylar için bir özgüvenin ifadesi olabilirse de, bu tekil adaylıklar, kişinin kendisini kendi aynasında, çok üstün bir değer izafe ettiği başkanlık makamına layık görmesiyle doğrudan ilgilidir; layıktırlar veya değildirler, bu icraatla ortaya çıkacak bir durumdur. Yukarıda altını çizerek ifade ettiğimiz gibi, baro faaliyeti kolektif bir faaliyettir ve bu faaliyetler ortak aklın kolektif üretim anlayışı temelinde yürür, yürümesi gerekir.  Bu tip bireysel makam arayışlarının meslek camiasında bir karşılığının olmadığı, grup faaliyetlerinin canlılığı karşısında olamayacağı bu genel kurulda iyice açığa çıkmıştır.