2002 yılında Mardin’de yaşanan bir gözaltı olayının mağduru tarafından Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuruda; i) gözaltında işkence yapılması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun; ii) eylemlerin sorumlusu olan kamu görevleri hakkında yürütülen yargılamanın 11 yıl sürmesi ve iii) yargılama sonucunda 10 ay hapis cezasına hükmedilip hükmün açıklanmasının geri bırakılması nedenleriyle de işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutu ile adil yargılanma, eşitlik ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği ileri sürülmüştür

Başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi Birinci Bölüm; 04.11.2015 tarihinde, Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen “İşkence ve Kötü Muamele Yasağı”nın hem maddi hem de usuli boyutunun ihlal edildiğine karar vermiş, karar 22.12.2015 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.

Karar, işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin soruşturma ve kovuşturmalarda; etkin soruşturma usul yükümlülüğünün genel ilkelerinin -referans niteliğindeki AİHM kararları ile birlikte- değerlendirildiği, bu yönü itibariyle de, benzer vak’alarda sürecin en baştan itibaren takibine ve denetlenmesine yardımcı rehber özelliği taşımaktadır.

                                                                                                                    TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

HAMDİYE ASLAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2015)

Karar Tarihi: 4/11/2015

R.G. Tarih ve Sayı: 22/12/2015-29570

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

BAŞVURUNUN KONUSU

  1. Başvuru, gözaltında işkence yapılması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun; eylemlerin sorumlusu olan kamu görevleri hakkında yürütülen yargılamanın 11 yıl sürmesi ve yargılama sonucunda 10 ay hapis cezasına hükmedilip hükmün açıklanmasının geri bırakılması nedenleriyle de işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutu ile adil yargılanma, eşitlik ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

  1. BAŞVURU SÜRECİ

  1. Başvuru, 13/3/2013 tarihinde Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

  2. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

  3. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

  4. Başvuru konusu olay ve olgular 5/6/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 13/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.

  5. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 21/7/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

  1. OLAY VE OLGULAR

  1. Olaylar

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

  1. Gözaltı Süreci

  1. Başvurucu, Mardin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi görevlilerince terör örgütüne yardım ettiği suçlamasıyla 5/3/2002 tarihinde gözaltına alınmıştır.

  2. 6/3/2002 tarihinde PKK terör örgütüne kuryelik yaptığı iddiasıyla Mardin Emniyet Müdürlüğünde ifadesine başvurulan başvurucu ifade vermek istemediğini beyan etmiştir.

  3. Başvurucu aynı iddia kapsamında 7/3/2002 tarihinde Cumhuriyet Savcısı huzuruna çıkarılmış ve kendisinin ifadesine başvurulmuştur.

  4. Başvurucu aynı gün sevk edildiği mahkemece tutuklanmıştır.

  1. Soruşturma ve Kovuşturma Kapsamında Alınan İfadeler

    1. Başvurucunun İddiaları

  1. Başvurucu Cumhuriyet Savcısı tarafından alınan 7/3/2002 tarihli ifadesinde, adını bilmediği bir suçtan dolayı Kızıltepe cezaevinde tutuklu bulunan kocasının yeni tahliye olduğunu, H.E. ve S.E. adlı şahısları tanımadığını, H.E.ye muska içinde veya başka bir şekilde not vermediğini, suçlamaları kabul etmediğini, emniyette işkence gördüğünü, görevlilerin sırtına vurduklarını, üzerine buzlu su döküp pervaneyi çalıştırdıklarını, yatağa giderken de üzerine buz sürdüklerini, dört beş kişinin bağrına vurduğunu, bunlar yapılırken gözlerinin kapalı olduğunu belirtmiştir.

  2. Başvurucunun iddiaları nedeniyle Savcılık tarafından 7/3/2002 tarihli tutanak tutularak -alınan ifade tutanağının bir suretinin de tutanağa eklenmesi suretiyle- görevliler hakkında soruşturma başlatılmıştır.

  3. Başvurucu ile Cezaevinde görüşen avukatları, yaptıkları görüşmenin akabinde 15/5/2002 tarihinde, gözaltında bulunduğu sırada başvurucuya “ırza geçme” suçunun işlendiği iddiası ile Mardin Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardır. Belirtilen avukatlar, suç duyurusuna ilişkin dilekçede başvurucu ile 5/4/2002 tarihinde cezaevinde görüştüklerini, bu görüşmede başvurucunun birtakım gerçekleri gizlediğini anladıklarını, 7/3/2002 tarihinde verdiği iki ayrı ifadede gözaltında maruz kaldığı gayriinsani ve onur kırıcı muameleyi anlatırken yaşadığı cinsel işkenceyi de “… bana küfür ederek benim mahrem yerlerime elleriyle dokundular, örneğin göğüslerimi sıktılar…” şeklinde aktardığını, gözaltında iken kadın polis memuru tarafından makatından cop sokularak ırzına geçildiğini, bu eylemin ardından kanamasının başladığını ve hastaneye götürüldüğünü anlattığını, şikâyetçi olduğunu söylediğini ifade etmişlerdir.

  4. 17/5/2002 tarihinde Cumhuriyet Savcısı tarafından başvurucunun tercüman yardımıyla ve şikâyetçi sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu bu ifadesinde, gözaltında olduğu süre içinde bir kadın polis memurunun, (başvurucunun) kocasının karşısında makatına cop soktuğunu, ardından kanamasının başladığını ve bayılıp yere düştüğünü, bunun üzerine hastaneye götürüldüğünü, bilincini kaybettiği için doktorun ne yaptığını hatırlamadığını, Savcılıktaki ifadesinde bu olayı utandığı için anlatmadığını, Diyarbakır Adli Tıp Şube Müdürlüğüne sevk edildiğinde adli tabibin sadece koltuk altlarına baktığını, bunun dışında başka yerine bakmadığını, muayene sırasında doktora bu şikâyetini de söylediğini ancak doktorun muayene etmediğini, maruz kaldığını iddia ettiği diğer kötü muameleleri önceki ifadesinde anlattığını belirtmiştir.

  5. Başvurucunun avukatları tarafından Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesine sunulan 13/6/2003 tarihli dilekçe ile başvurucu hakkında yetersiz rapor düzenlediklerini ve bu nedenle görevlerini gereği gibi yapmadıklarını iddia ettikleri doktorlar hakkında soruşturma başlatılmasını, başvurucunun psikolojik durumunun tespitine yönelik rapor aldırılmak üzere İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Psikososyal Travma Merkezine sevkini, sanıklardan H.Ş.P. hakkında ayrıca ırza geçme suçundan soruşturma başlatılmasını talep etmişlerdir.

  6. Başvurucu kovuşturma aşamasındaki beyanında, eşi ile birlikte Mardin Emniyet Müdürlüğüne götürülmek üzere araca bindirildiğini, Emniyet Müdürlüğüne yaklaştıkları esnada kendisinin yüzünü eşarpla bağladıklarını, eşinin ise başına ceket geçirildiğini, tekme ve tokat vurulmak suretiyle Emniyet binasına alındıklarını, nezarethaneye girer girmez başına bez torba geçirildiğini, üzerindeki elbiselerin tamamen çıkarıldığını, bu şekilde vücuduna tazyikli su sıkıldığını ve darp edildiğini, makatına cop sokulmaya çalışıldığını, baygınlık geçirdiğini, gözlerini hastanenin acil servisinde açtığını, makat ve genital bölgesinden kan geldiğini fark ettiğini, her iki koltuk altında ve omuzlarında ağrı ve şişlikler olduğunu, ayaklarında ıslak çoraplar olduğunu, ayak tabanlarının şiştiğini, baş ucunda H.Ş.P. ve B.U. adlı sanıkların bulunduğunu, bu sırada ve hatta gözaltında bulunduğu süre zarfında hiçbir doktorun kendisini muayene etmediğini, ikinci gün de ilk gün olduğu gibi üzerine su sıkıldığını, soğuk klimanın önünde oturtulduklarını, devlet hastanesindeki doktora kendisini sorgulayan polislerin nezaretinde götürüldüğünü ve muayene esnasında da yanlarında bulunduklarını, doktora derdini Kürtçe anlatmaya çalıştığını, doktorun Kürtçe bilmediğini, polislerin de kendisini ifade etmesine engel olduklarını daha sonra Cumhuriyet Savcısı huzuruna çıkarıldığını, baygınlık geçirmesi üzerine tekrar hastaneye götürüldüğünü, sonrasında tekrar Cumhuriyet Savcısı huzuruna çıkarıldığını, ardından sorguya sevk edildiğini ve tutuklandığını, cezaevine götürülürken polislerden birinin saçından tuttuğunu, tekme attığını, cezaevinin giriş kapısından içeri girerken tekmelendiğini ve düştüğünü, ağzından ve burnundan kan geldiğini, Cumhuriyet Savcısının cezaevine gelerek ifadesini aldığını, ertesi sabah cezaevi aracı ile Diyarbakır’a doktora (Adli Tıp Kurumuna) gönderildiğini, vücudunda meydana gelen yaralar ile ilgili Diyarbakır’daki doktorun belden yukarısını soymak suretiyle muayene ettiğini, makat ve genital organı ile ilgili şikâyetlerinin kadın doğum uzmanı tarafından muayene edilmesi gerektiği gerekçesiyle muayene edilmediğini, bazı hususları utandığı için önceki ifadelerinde anlatamadığını ifade etmiştir.

  1. Sanık Savunmaları

  1. Sanık N.E., Cumhuriyet Savcısına vermiş olduğu 28/3/2002 tarihli savunmasında, nezarethane görevlisi olduğunu, başvurucu ilk geldiğinde kalbi ve böbreğinden rahatsız olduğunu söylediğini, bunun üzerine büro amiri olan diğer sanık L.B. tarafından nezarethane kapısının açık bırakılması ve sürekli olarak gözlenmesi için görevlendirildiğini, başvurucunun kendisini iki defa yataktan yere attığını, durumu büro amirine bildirdiklerini ve doktor raporuna sevk edildiğini, burada konversiyon (stres, kaygı, üzüntü vb. psikolojik bulguların fizyolojik olarak dışa vurulması) teşhisi konularak geri gönderildiğini, kimseyi tanımadığını ve hiçbir evraka imza atmayacağını söylediğini, herhangi bir işlem için nezarethanede çıkarılmak istendiğinde kendisini yere attığını, tüm işlemlerin nezarethaneye girilmek suretiyle yapılmaya çalışıldığını, başvurucuyu zorlama gibi bir kasıtları olsa imza ya da parmak izi vermeye de zorlayabileceklerini, bunun yerine imzadan kaçındığının tutanaklarda belirtildiğini, suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir.

  2. Sanık A.Ö., Cumhuriyet Savcısına vermiş olduğu 28/3/2002 tarihli savunmasında, başvurucu nezarete alındıktan sonra sorgu için getirilmesini istediğini, bayılma numarası yapar şekilde ifade alma odasına görevlilerin yardımı ile getirildiğini, kimlik bilgilerini aldığını, kısa özgeçmişini sorup atılı suçlamayı anlattığını, ifade vermek istemediğini söylediğini ve buna ilişkin tutanağı da imzalamadığını, yine görevlilerin yardımı ile nezarethaneye götürüldüğünü, parmak izi ve fotoğraf çekimi için çıkarılmak istenildiğinde aynı şekilde bayılma numarası yaptığını, görevlilerin koltuk altlarından tutarak nezarethaneye götürdüklerini, bu işlemlerin nezarethanede yapıldığını, teşhis tutanağı tutulurken başvurucunun, kocasını dahi tanımadığını söylediğini, yine bu işlemler sırasında da rahatsızlığını ileri sürerek imzadan imtina ettiğini, böbreklerinin ağrıdığını söylemesi üzerine büro amiri tarafından doktora sevk edildiğini, orada konversiyon teşhisi konulduğunu, o tarih itibarıyla ellerinde başvurucu hakkında yeterli delil bulunduğunu, kötü muamele yapıldığına ilişkin iddiaların asılsız olduğunu beyan etmiştir.

  3. Sanıklardan L.B., kovuşturma aşamasındaki savunmasında, olay tarihi itibarıyla Terörle Mücadele Şubesinde “sağ sol bölücü büro amiri” olarak görev yapmakta olduğunu, 4/3/2002 tarihinde S.E. isimli şahsın kapalı cezaevinde hükümlü bulunan kocasını ziyareti esnasında yapılan üst aramasında PKK terör örgütüne ait dokümanlar ele geçirildiğini, bu kişinin yapılan mülakatında dokümanları kayınvalidesi H.E.den aldığını, onun da PKK terör örgütü üyesi olmak suçundan tahliye edilmiş olan A.A. isimli şahsın eşi H.A.dan (başvurucudan) aldığını beyan ettiğini, bunun üzerine başvurucu ve eşi A.A.nın yakalandıklarını; gözaltına alınma sebebi, isnat edilen suç ve yasal hakları görevlilerce anlatılırken başvurucunun kendisini yere attığını, görevlilerin yardımı ile yerden kaldırıldıktan sonra bu davranışının sebebi sorulduğunda kalbinden ve böbreklerinden rahatsız olduğunu, ayakta duramadığını ve bu rahatsızlıklarından dolayı tedavi görmediğini beyan ettiğini, bunun üzerine yine koltuk altlarından tutulmak suretiyle Mardin Devlet Hastanesine gönderildiğini, şikâyetleri ile ilgili herhangi bir talepte bulunmadığını, yeniden emniyet müdürlüğüne getirildiğinde hasta olduğu yönündeki şikâyetlerinin devam etmesi üzerine iki kişilik nezarethaneye alındığını, kapısı açık bırakılarak diğer sanıklardan H.Ş.P.nin gözetimine bıraktığını, bir iki saat dinlendikten sonra soruşturma kapsamında ifadesini almak istediklerinde, başvurucunun odadan çıkmadığını, yataktan kalkmadığını, bunun üzerine yakalanan dokümanlarla ilgili nezarethanede soru sorduklarını, bundan sonra başvurucunun 6/3/2002 günü saat 09.30’a kadar nezarethanede yalnız olarak istirahatının sağlandığını, anılan saat itibarıyla başvurucunun ifadesi alınmak üzere koltuk altlarından tutularak sorgu odasına götürüldüğünü, başvurucunun kimlik bilgileri haricindeki hiçbir soruya yanıt vermediğini, yapılan işlemlerin saat saat tutanağa bağlandığını, başvurucunun tutanakları imzalamadığını, yüzleşme işleminde de başvurucunun eşi dahil diğer tüm şüphelileri tanımadığını beyan ettiğini, parmak izi ve fotoğraf çekme işlemleri için başvurucunun başka birime götürülmek istendiğinde de direndiğini ve bu işlemlerin nezarethanede yapıldığını, nezarethane görevlisinin başvurucunun kendisini birkaç defa yere attığını söylemesi üzerine 6/3/2002 günü saat 20.30 sıralarında başvurucuyu yeniden hastaneye gönderdiğini, burada başvurucuya konversiyon teşhisi konulduğunu, 7/3/2002 tarihinde diğer şüphelilerle birlikte Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildiğini, sorgu için Mahkemeye sevk edildiğinde de görevlilerin başvurucuyu koltuk altlarından tutmak suretiyle götürdüklerini, tutuklama kararından sonra başvurucunun “hastalığının” geçtiğini ve kendi başına yürümeye başladığını, gözaltı sürecinden tutuklanmasına kadar başvuruya hiçbir şekilde işkence veya kötü muamele niteliğinde bir eylemde bulunulmadığını, başvurucu ile ilgili soruşturmanın elde edilen örgüt dokumanı ile ilgili olduğunu, bunun haricinde başka bir suç yükleme gibi bir amaçlarının olmadığını ifade etmiştir.

  4. Sanık B.U., kovuşturma aşamasındaki savunmasında, olayın meydana geldiği tarihte terörle mücadele şubesinde görevli olduğunu; başvurucu, onun eşi ve diğer şüpheli şahısların gözaltındayken ifadelerinin alınması ve diğer işlemlerde ekiple birlikte görev yaptığını, Kürtçe bildiğinden başvurucu için tercümanlık da yaptığını, başvurucunun gözaltı süresi boyunca sürekli şubede kalmadığını, bulunduğu süre zarfında kendisi veya diğer görevliler tarafından başvurucuya kötü muamele ya da işkence boyutuna varan herhangi bir uygulama ve davranış sergilenmediğini beyan etmiştir.

  5. Sanık H.Ş.P., kovuşturma aşamasındaki savunmasında, Terörle Mücadele Şubesinde idari hizmetler sınıfında polis memuru olarak çalışmakta olduğunu, olay tarihinde de bu görevi yürüttüğünü, gözaltına alınan başvurucunun ve diğer şüpheli iki kadının üst aramasını yapmak üzere görevlendirildiğini, ayrıca başvurucunun kalp ve böbrek rahatsızlığı olduğunu, bu nedenle nezarethanede kendisine göz kulak olmasının istendiğini, kendisinin de görevde kaldığı süre içerisinde mesaiye bağlı olarak ayrıca ihtiyaç duyulduğunda mesaiye riayet etmeksizin ekiple birlikte çalıştığını, başvurucuya gözetimi altında kaldığı süre içerisinde herhangi bir kötü muamelede bulunmadığını, iddianame ile başvurucunun iddiaları arasında yer alan hususların doğru olmadığını, başvurucunun kilolu bir bayan olduğunu, konulduğu nezarethaneden sorgu odasına ve ifade odasına götürmek için her defasında değişik görevliler tarafından koluna girilmek suretiyle götürüldüğünü, kendisinin de bu anlamda görevlilere yardım ettiğini, kendisini yere attığı için başvurucuyu yürütmekte zorlandıklarını beyan etmiştir.

  1. Tanık Anlatımları ve Diğer Tespitler

  1. Başvurucunun gözaltı çıkış muayenesini yapan Mardin Devlet Hastanesinde görevli uzman doktor, 22/5/2002 tarihinde Cumhuriyet Savcısı tarafından tanık sıfatıyla alınan ifadesinde 7/3/2002 tarihli rapor altında bulunan imzanın kendisine ait olduğunu, başvurucuyu hatırladığını, şahsın elbiselerinden tecrit ederek muayene ettiğini, sırtına ve göğsüne baktığını, herhangi bir “şiddet arazı” veya ekimoza rastlamadığını ayrıca şahsa herhangi bir şikâyeti olup olmadığını sorduğunu, sağ tarafının kaburgalarının alt kısmını göstererek ağrıdığını söylediğini, gösterdiği yerde herhangi bir darp cebir izi tespit etmediğini, safra kesesinden kaynaklanabileceğini düşündüğünü, raporu da bu şekilde düzenlediğini beyan etmiştir. Raporlar arası çelişkinin nedeni sorulduğunda, kendi düzenlediği raporun doğru olduğunu, muayene ettiği sırada şahısta herhangi bir darp ve cebir izi bulunmadığını, daha sonra olmuş ise de bununla ilgili bir bilgisinin bulunmadığını ifade etmiştir.

  2. Tanık A.H., kovuşturma aşamasında alınan ifadesinde, ifade tarihi itibarıyla 12 yıldır Mardin Devlet Hastanesinde genel cerrah olarak görev yaptığını, emekli olduğunu, başvurucuyu muayene edip etmediğini hatırlayamadığını, sorulan bu raporun kendisi tarafından düzenlenmiş bir rapor olduğunu, Türkçenin yanı sıra Arapça ve Kürtçe bildiğini, ifade tutanağındaki imzadan emin olmadığını, ifadeye çağrıldığını veya ifade verdiğini hatırlamadığını beyan etmiştir.

  3. Tanık M.I., kovuşturma aşamasında alınan ifadesinde, ifade tarihi itibarıyla dört yıldır Mardin Devlet Hastanesinde pratisyen hekim olarak görev yaptığını, başvurucuyu yüzünden tanıyamadığını ancak olayı ve adli rapor tanzim edilmesini hatırladığını, Emniyet Müdürlüğünden getiren bir şahsın baygınlık sebebiyle acil servise getirildiğinin bildirildiğini, şahsın gözaltı giriş-çıkış raporu için getirilmediğini, acil servisin cerrahi müdahale odasında hemşire ile beraber muayene perdesi ve odanın kapısı kapatılmak sureti ile muayenenin yapıldığını, başvurucunun sedye üzerinde yerinde duramadığını, gergin bir şekilde sağa sola kendini atmak için hamleler yaptığını, ismini hatırlayamadığı bir hastane görevlisinin yardımı ile başvurucunun tansiyonunu ölçtüğünü, kalbini ve akciğerini dinlediğini, giysilerini göğüs kısmını kadar sıyırıp çoraplarını çıkarttığını, nörolojik inceleme için ayak tabanını çizdiğini, kalp krizi ya da herhangi bir organik hastalık bulgusuna rastlamadığını, sakinleştirici enjeksiyon yapıp yapmadığını hatırlamadığını, başvurucu ile yanındaki hemşire vasıtasıyla iletişim kurduğunu, başka bir hastalığı olup olmadığını sorduğunu, başvurucunun olumsuz manada kafasını salladığını, genital bölge ile ilgili şikâyeti bulunmadığından bu bölgeyi muayene etmediğini, herhangi bir kan geldiğini görmediğini, konversiyon teşhisinin bir ön tanı olduğunu, soruşturma aşamasındaki ifadesinde geçen başvurucuyu tamamen soyarak muayene ettiğine dair kısmın yanlış olduğunu beyan etmiştir.

  4. Tanık M.Ç., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, yaptığı muayeneyi hatırladığını, Mardin Devlet Hastanesi acil servisinde pratisyen hekim olarak görevli olduğu sırada görevlilerce getirilen başvurucuyu acil servis içerisindeki müdahale odalarından birine aldığını, yanında görevi hemşire olduğunu, görevlileri dışarı çıkardığını, hastanın konuşmakta zorlandığını, sadece ağrıları olduğunu söylediğini, kendisinin de normal muayenesini yaptığını, önce bacaklarına ve ayaklarına baktığını, çoraplarını çıkardığını, sonra vücudun üst kısmındaki elbiseleri omuz başlarına kadar yukarı kaldırttığını, kollarını açık bırakacak şekilde muayene sonrasında her iki koltuk altından dirsekten iç kısma kadar yaygın ekimozlar gördüğünü, ayak tabanlarında hafif ödem ve hassasiyet tespit ettiğini, yüzünün bir tarafında şişlik olduğunu, rapor içeriğinin doğru olduğunu ve imzanın kendisine ait olduğunu ifade etmiştir.

  5. Tanık R.Y., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, olayın meydana geldiği tarihte cezaevinde görevli ve nöbetçi olduğunu, getirilen tutukluları ve içlerinde başvurucunun olup olmadığını hatırlayamadığını, başvurucuyu tanımadığını, ifade tarihi de içinde olmak üzere 12 yıldır Mardin Cezaevinde görev yaptığını, getirtilen tutukluların cezaevinde dövülmesi olayına tanık olmadığını ifade etmiştir.

  6. Tanık M.Z.A., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, başvurucuyu tanımadığını, başvurucunun tutuklandığı tarihte cezaevinde nöbetçi olarak görev yaptığını, aradan geçen sürenin uzunluğu ve her gün çok sayıda tutuklu hükümlü geliş gidişi olması nedeniyle 7/3/2002 tarihinde başvurucunun nasıl ve ne şekilde getirildiğini hatırlamasının mümkün olmadığını ifade etmiştir.

  7. Tanık R.S., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, Mardin Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yaptığını; anılan Şubenin, mahkeme heyetince keşif yapılan Mardin Emniyet Müdürlüğü binasının ikinci katında olduğunu, nezarethane ile merdiven bağlantısı bulunduğunu, olay günü mesai bitimine yakın bir saatte Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli memurların, nezarethanede parmak izi alacaklarını ve fotoğraf çekeceklerini söyleyerek ellerinde resmî yazı ve yanlarında ikisi kadın biri erkek, üç kişi ile geldiklerini, resmî yazıda ise dört kişinin belirtildiğini, birinin nerede olduğunu sorduğunu, görevlilerin şahsı getiremediklerini, nezarethanede yattığını, işlemleri orada yapıp yapamayacağını sorduklarını, kendisinin fotoğraf makinesiyle parmak izi formları ve buna bağlı malzemeleri alarak nezarethanenin iki numaralı odasında bulunan kadının sırt üstü yatmakta olduğunu gördüğünü, önce yatar vaziyette parmak izi almaya çalıştığını ancak alamadığını, şahsa oturması gerektiğini söylediğini ancak dilinden anlamadığı için durumu dilini bilen memurlar vasıtasıyla anlattığını, buna rağmen şahsın yerinden kalkmadığını, gözlerinin sürekli kapalı olduğunu, polis memurları B.U. ve H.Ş.P. yardımıyla başvurucunun oturma pozisyonuna getirildiğini, ilk parmak izinden sonra parmaklarını yumup kolunu kendisine doğru kastığını, tüm bunlara rağmen parmak izini aldığını, fotoğraf makinesi ile fotoğrafını çektiğini, işini bitirdikten sonra ayrıldığını, kendisi orada bulunduğu sırada nezarethanede görevli memurların herhangi bir kötü davranış ve sözlerine tanık olmadığını aktarmıştır.

  8. Tanık M.G., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, başvurucunun köylüsü olduğunu, başvurucu tutuklanıp tahliye olduktan 1 ila 1,5 ay kadar sonra kendisini Kızıltepe Emniyet Müdürlüğünden çağırdıklarını, Türkçe bilmemesi nedeniyle kendisine eşlik etmesinin istendiğini, orada başvurucuya ırza geçme iddiası konusunda baskı görüp görmediği ve şikâyetinin devam edip etmediğine ilişkin sorular sorulduğunu ifade etmiş -ayrıca ifadesinin başında söylemeyi unuttuğunu belirterek- müdüriyet binasına girerken başvurucuya niçin şikâyetçi olduğunu sorduğunu, başvurucunun kendisine bir kişinin “Fırsat eline geçmiş, bu fırsatı kaçırma, şikâyetçi ol, bir şeyler kazanacaksın.” dediğini, bunu söyleyenin kim olduğunu söylemediğini ifade etmiştir.

  9. Tanık T.Y., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, olay tarihinde gündüz nöbetçi olduğunu, başgardiyanlıktan aranıp mahkûm geldiğinin söylenmesi üzerine dışarı çıktığında, başvurucunun danışma olarak bilinen birimde ayakta durduğunu gördüğünü, şahsın üstünü elleriyle aradığını, üstünden bir miktar para çıktığını, şahsın kıyafetlerinin üzerinde olduğunu, özel eşyalarını tespit edip tutanak tuttuklarını, mahkûm defterine kayıt yaptığını, şahsı ilk gördüğü andan koğuşuna bıraktığı ana kadar herhangi bir darp veya işkence hâline tanık olmadığını, koğuşa kendisi ile birlikte yürüyerek gittiğini, şahsın işkence gördüğünü iddia edip Adli Tıpa sevkinin yapılması konusunda bir bilgisinin olmadığını bildirmiştir.

  10. Tanık A.Ö., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, olay tarihinin üzerinden uzun zaman geçtiği için ve çok sayıda kişi hakkında rapor düzenlediğinden başvurucuyu hatırlamasının mümkün olmadığını ancak görev yaptığı hastanede adli raporlar konusunda son derece hassas davrandıklarını, özellikle polislerin muayene yapılan birime alınmadığını, muayene olan şahsı rencide etmeyecek şekilde soyarak muayene ettiklerini, kötü muamele görüp görmediğini ve ayrıca yara beresi olup olmadığını sorup mahkûmlardan varsa yaranın yerini göstermelerini istediklerini ifade etmiştir.

  11. Tanık İ.S., olay tarihi itibarıyla cezaevinde askerlik yaptığını, başvurucunun nakli sırasında herhangi bir darp cebir izine rastlamadığını ifade etmiştir.

  12. Tanık O.Ç., istinabe yoluyla alınan 9/3/2004 tarihli ifadesinde, başvurucuyu 5/3/2002 tarihli tutanak ile Mardin Emniyet Müdürlüğüne teslim ettiğini, bu ana kadar başvurucuda herhangi bir darp cebir bulgusu olmadığını beyan etmiştir.

  13. Başvurucu ile birlikte göz altına alınan H.E., istinabe yoluyla 15/4/2004 tarihinde alınan ifadesinde, başvurucuya işkence yapılmadığını, herhangi bir darp cebir izi görmediğini beyan etmiştir. Aynı tanık, 18/5/2004 tarihli ifadesinde, başvurucu ile birlikte göz altına alındıklarını, yan yana odalarda kaldıklarını, herhangi bir işkence yapıldığını görmediğini, herhangi bir çığlık veya bağırma sesi duymadığını, başvurucunun ara sıra bayıldığını bildiğini, kendisine herhangi bir kötü muamelede bulunulmadığını beyan etmiştir.

  14. Mahkemece 2/6/2003 tarihinde Emniyet Müdürlüğü binasında keşif yapılmış ve kovuşturma kapsamında aynı zamanda tanık olarak bilgisine başvurulan ve başvurucunun parmak izi ve fotoğraflarının alınmasında görev yapmış olan R.S.ye bilirkişilik yaptırılmıştır. Adı geçen bilirkişi tarafından, nezarethanedeki yüksek seslerin başka yerlerden rahatlıkla duyulabileceği yönünde rapor düzenlenmiştir.

  1. Doktor Raporları

  1. Mardin Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen başvurucuya ait 5/3/2002 ve 7/3/2002 tarihli gözaltı giriş ve çıkış raporlarında darp ve cebir izine rastlanılmadığı belirtilmiştir.

  2. Aynı hastanenin 6/3/2002 tarihli raporu ile başvurucuya konversiyon teşhisi konulmuştur.

  3. Başvurucunun cezaevine fiilen kabulünden önce Mardin (E) Tipi Kapalı Cezaevi Müdürlüğünün 7/3/2002 tarihli talebi üzerine Mardin Devlet Hastanesi Tabipliğince aynı gün saat 15.50 itibarıyla düzenlenmiş olan 8861 protokol numaralı muayene raporunun ilgili kısımları şöyledir:

“…

Şahsın yapılan fiziki muayenesinde … sol koltuk altında iç kısımda dirseğe kadar yaygın ekimozları, … sağ koltuk altında aynı şekilde ekimozları mevcuttur. Çekilen filminden kırık yoktur. Aynı zamanda her iki ayak tabanında ödem ve hassasiyeti mevcuttur. Durumu bildirir hekim kanaat raporudur.”

  1. Belirtilen rapor üzerine başvurucunun Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünde muayenesi yaptırılmak istenmiş ise de anılan Şube Müdürlüğünün kapalı olduğu gerekçesiyle muayenesi yaptırılamamıştır.

  2. Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünce başvurucu hakkında düzenlenen 12/3/2002 tarihli ve 2002/1344 sayılı raporun ilgili kısımları şöyledir:

“… adına rapor düzenlenmesi istenen Hamdiye ASLAN hakkında Mardin D.H. Acil Polikliniliği’nce düzenlenmiş 05.03.2002 tarih 8573 sayılı, 07.03.2001 tarih ve 8788 sayılı ve 7.3.2002 tarih 8561 sayılı raporlar ile aynı hastanenin genel cerrahi kliniğince düzenlenmiş 07.03.2002 tarih 235 sayılı raporun incelenmesinde:

Sol koltuk altında iç kısımda dirseğe kadar yaygın ekimozlar, yaklaşık (2-5 gün arası) sağ koltuk altında aynı şekilde ekimozlar olduğu, sol kulak altında yüzünde ödem ve hassasiyet olduğu, çekilen sol mandibıla grafisinde kırık saptanmadığı, ayrıca her iki ayak tabanında ödem ve hassasiyet saptandığı kayıtlı olduğuna,

Kişinin Şube Müdürlüğümüzde tarafımdan yapılan muayenesinde:

Sağ humeral bölge iç yan yüz proksimalde aksiler bölgeye uzanan kısımda 10×5 cm’lik alan içinde farklı boyut ve şekillerde; çevreleri açık yeşil-sarı renk almış resorbsiyonu devam eden 6-8 günlüğe uyan eski ekimotik alanlar, sol humeral bölge iç yan yüz proksimalde aksiler bölgeye uzanan kısımda 7×4 cm’lik alan içinde farklı boyut ve şekillerde; çevreleri açık yeşil-sarı renk almış resorbsiyonu devam eden 6-8 günlüğe uyan eski ekimotik alanlar saptandığı, vücudunun çeşitli bölgelerinde subjektif ağrı şikayeti tarif ettiği ancak vücudun diğer bölgelerinde travmatik lezyon bulgusu saptanmadığı, sistem muayenelerinin doğal bulunduğu; uzuv zaafı ya da uzuv tatili niteliğinde herhangi bir anatomik eksiklik ya da fonksiyonel bir araz saptanmadığına göre,

Yukarıda tarif edilen ekimozlara neden olan travmatik arızasının:

SONUÇ:

Şahsın hayatını tehlikeye maruz kılmadığı,

5 (beş) gün mutad iştigaline engel teşkil edeceği,

Uzuv zaafı ya da uzuv tatili niteliğinde herhangi bir anatomik eksiklik ya da fonksiyonel bir araz tarif ve tespit edilmediği kanaatini bildirir rapordur.”

  1. Mardin Devlet Hastanesince başvurucu hakkında düzenlenen 21/5/2002 tarihli rapor içeriğine göre “rektal tuşede saat 12 hizasında” kronik anal fissür tespit edilmiştir.

  2. Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 21/6/2002 tarihli ve 2002/444 Hazırlık sayılı yazısı ile başvurucu Adli Tıp Kurumuna (İstanbul) sevk edilmiştir. Adli Tıp Kurumu tarafından başvurucunun muayenesi yapılarak 27/9/2002 tarihli rapor düzenlenmiştir. Anılan raporun ilgili kısımları şöyledir:

“…

MUAYENE BULGULARI:

1- Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulunun 26.06.2002 tarihli ‘kocasının 9 senedir ceza evinde olduğunu, kendisinin üç gün gözaltında kalıp 20 gün tutuklu kaldığını, çıktığında uykularının bozuk olduğunu, kolunun ağrıdığını söylerken çapa yaparak çocuklarını geçindirdiğini söylediği; klinik seviyede psikopatolojik araz tespit edilmediği’ne dair muayene kaydı,

TARTIŞMA VE SONUÇ:

Yukarıda tıbbi belgeler ile adli evrakta belirlenen ve adli psikiyatriyi ilgilendiren hususların değerlendirilmesinden … herhangi bir akıl hastalığı, akıl zayıflığı, post-travmatik stres bozukluğu dahil ağır nöroz arazının tespit edilmediği; dava dosyasının tetkikinde maruz kaldığı iddia edilen olaydan sonra kendisinin herhangi bir ruhsal tedavi gördüğüne dair tıbbi bir belgenin de bulunmadığı hususu göz önüne alındığında Hamdiye Aslan’da 05.03.2002 tarihinde maruz kalmış olduğu iddia edilen fiil sonucu husule gelmiş herhangi bir akli arızanın bulunmadığı oy birliği ile mütalaa olunur.”

  1. Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünün 24/12/2002 tarihli raporu içeriğine göre başvurucunun anal muayenesinde, saat 12 hizasında travmatik olmayan kanamasız aktif olmayan küçük bir hemoroit pakesi tespit edilmiş ancak anal bölgede herhangi bir fissür veya geçirilmiş fissüre ait olabilecek skatris bulunmadığı gibi şahısta anüse cop sokulması ile oluşabilecek yırtık veya geçirilmiş yırtık izi tespit edilmemiştir.

  2. Adli Tıp 2. İhtisas Kurulunun 16/9/2005 tarihli raporunda, başvurucunun daha önceki adli muayeneleri ile (bkz. §§ 39 ve 41) tespit edilen ekimozların, sert ve künt bir cismin doğrudan havalesi ile oluşabileceği gibi kişinin kollarından ve koltuk altlarından sıkıca kavranarak taşınması sırasında da meydana gelebileceği, ayrıca 7/3/2002 tarihli rapor ile (bkz. § 39) tespit edilen ayak tabanındaki ödemin beş gün sonra Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünde yapılan muayenede tespit edilememesi karşısında ayak tabanlarındaki ekimoz, hematom ve abrazyon gibi travmatik bulguların da tanımlanmaması dikkate alındığında söz konusu ödemin harici etkenle mi yoksa bünyesel nedenlerle mi meydana geldiğinin tıbben tespit edilemeyeceği bildirilmiştir.

  3. Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/5/2005 tarihli ve E.2002/29 sayılı yazısına istinaden Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 24/5/2005 tarihli ve E.2003/173 sayılı yazısı ile başvurucunun Adli Tıp Kurumundan, “iddia edildiği gibi maddi işkenceye veya kötü muameleye maruz kalıp kalmadığı, kalmış ise bunun psiko-sosyal bulgularının olup olmadığı” yönünden rapor düzenlenmesi talep edilmiştir.

  4. Anılan talep üzerine Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunun 21/10/2005 tarihli ve 2753 karar sayılı mütalaasının sonuç kısmı şöyledir:

“… mağduresi bulunduğu iddia edilen olay sonucunda maddi işkenceye veya kötü muameleye maruz kalıp kalmadığı, kalmış ise bunun psiko-sosyal bulgularının olup olmadığı sorulan … Hamdiye ASLAN’ın 09.08.2004 tarihinde Kurulumuzda yapılan muayenesinde anüs mukozasında saat kadranına göre 12 hizasında kronik fissür saptandığı, anal mukoza ve sfinkter tonusu normal bulunduğuna, 21.05.2002 tarihli raporunda da aynı bölgede anal fissür tarif edildiği, tarif ve tespit edilen bu kronik fissürün makata yabancı cisim sokulması ile meydana gelebileceği gibi, kabızlık gibi bünyesel sebeple de meydana gelebileceği, bunlar arasında tıbben ayrım yapılamayacağı gibi, 21.05.2002 tarihli raporda belirtilen en az 2 (iki) ay öncesine ait ibaresinin de tıbbi kurallara uygun olmadığı, fissürün yaşının tespit edilemeyeceği oy birliği ile mütala(a) olunur.”

  1. Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 30/11/2007 tarihli raporunda, başvurucunun 9/8/2004 tarihinde 4. İhtisas Kurulundaki muayenesi sırasında sergilediği davranışların psikiyatrik bir klinik tanı ile açıklanamayacağı, bu davranışların kendi kişilik yapısından da kaynaklanabileceği bildirilmiştir.

  1. İlgili Kamu Görevlileri Hakkındaki Adli İşlem ve Kararlar

  1. Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 5/2/2003 tarihli ve E.2003/173 sayılı iddianamesi ile ilgili polis memurları hakkında başvurucuya karşı “sanığa cürmü söyletmek için işkence ve sair kötü muamele yapma” suçunu işledikleri iddiasıyla Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

  2. Diğer yandan hakkında kamu davası açılan polis memuru H.Ş.P.nin başvurucuya karşı “ırza geçme” suçunu işlediği iddiası yönünden Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 3/3/2004 tarihli ve 2004/547 Hazırlık sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

“…

Müşteki, … 05.03.2002 tarihinde göz altında iken sanık tarafından tecavüze uğradığını ve sanığın kendisine cinsel şiddet uyguladığından bahisle şikayetçi olduğu, müştekinin şikayetine konu aynı olayla ilgili olarak sanık H… Ş… P… ve müştekinin gözaltındaki sorgusuna katılan … hakkındaki ‘memurun sanığa cürmü söyletmek için işkence vesair kötü muamele yapmak’ suçundan …05.02.2003 tarihinde Mardin Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı, davanın Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2003/29 esas numarasında halen derdest olduğu, sanığın cinsiyet itibariyle bayan olduğu, bir bayanın, diğer bir bayanın ırzına geçmesinin ceza hukuku anlamında mümkün olmadığı, sanığın müştekiye yönelik eylemlerinin bir kül halinde ‘memurun sanığa cürmü söyletmek için işkence vesair kötü muamele yapmak’ suçunu oluşturacağı, bu konuda da açılmış bir davanın bulunduğu; açılan davanın da halihazırda derdest olduğu; müşteki vekillerinin Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2003/29 sırasında derdest olan dosyada müşteki vekilleri olarak duruşmalara katıldıkları anlaşılmakla;

Aynı olay, aynı müşteki, aynı sanık hakkında daha önceden açılmış dava bulunmuş olması, davanın hali hazırda derdest olması nedenlerinden olayı sanık hakkında takibat yapmaya yer olmadığına, …”

  1. Başvurucu, anılan kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı itiraz yoluna gitmiştir.

  2. Başvurucunun itirazını inceleyen Midyat Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığının 29/4/2004 tarihli kararı ile “takipsizlik kararında herhangi bir isabetsizlik görülmediği” gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir.

  3. Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/2/2008 tarihli ve E.2003/29, K.2008/36 sayılı kararı ile sanıkların “müsnet suçu işlediklerine dair inkara dayanan savunmaları aksini ortaya koyan mahkumiyetlerine yeterli ve inandırıcı kesin delil elde edilemediği…” gerekçesiyle beraatlarına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

“…

Suç tarihi itibariyle Mardin Kızıltepe Yüceli köyünde ikamet eden katılan mağdure Hamdiye Aslan’ın, PKK Terör örgütüne kuryelik yapmak suçlaması ile 05/03/2002 tarihinde Kızıltepe Jandarması tarafından eşi A… ve yakınları S…, H… E… ile birlikte saat 19.30 sularında ikametlerinden alınarak Mardin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne teslim edildiği, bu şekilde gözaltına alınan mağdurenin düzenlenen raporlara göre üzerinde darp ve cebir izi bulunmadığının tespit edildiği, nezarethanede iken rahatsızlıklarından bahseden mağdurenin birkaç (kez) yere yığılıp kaldığı ve sanıklar tarafından koltuk altlarından tutularak kaldırıldığı, akabinde nezarethanenin 2 kişilik koğuşlarından birisine konulduğu, yan koğuşlarda da gözaltına alınan diğer tanıkların bulunduğu, yürütülen soruşturma kapsamında mülakat için çağrıldığında mağdurenin koğuştan çıkmak istemediği, rahatsızlandığından yakınan mağdurenin aynı gün ve takip eden gün sanıklar tarafından koltuk altlarından tutularak koğuş ve mülakat odasına taşındığı, takip eden gün mülakatta sorulan hiçbir soruya cevap vermeyen mağdurenin kaldığı koğuştaki yataktan kendisini birkaç kez yere attığı, bu olayın hemen akabinde alınan doktor raporuna göre mağdureye konversiyon tanısı konulduğu, sorgu için adliyeye sevk edilen mağdurenin sanıklar tarafından yine koltuk altlarından tutulmak suretiyle taşındığı, sorgusu yapılan mağdurenin Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanarak cezaevine gönderilmesinden sonra şikayet ve iddialar üzerine alınan raporlarda koltuk altlarında ekimoz, ayak altlarında ödem ve makatta kronik fi(s)sür tespit edilen olayda her ne kadar Mardin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü görevli Emniyet mensupları tarafından, soruşturmaya konu suçla ilgili olarak konuşması için mağdureye işkence yapıldığı iddiasıyla cezalandırılması için kamu davası açılmış ise de;

Aşamalarda değişmeyen ve yek diğerini teyid eden sanık savunmalarının, yeminli tanık anlatımları ve gözaltı sonrasında mağdurda tespit edilen yaralanma ve arazların, koltuk altından sıkıca kavranmak suretiyle taşıma sonrasında oluşabileceği, ayak altındaki ödemler ile makattaki kronik fi(s)sürün bünyesel kaynaklı olabileceği değerlendirmesini taşıyan Adli Tıp Kurumu raporları ile de teyid edilmesi karşısında, gözaltı sırasındaki davranışları nedeniyle konversiyon tanısı konan ve gözaltından sonraki muayenelerinde psikiyatrik bir klinik tanı da konamayan mağdurenin aşamalarda çelişki arz eden iddiaları dışında sanıkların müsnet suçu işledikleri yönünde mahkumiyetlerine yeterli ve inandırıcı kesin delil elde edilemediğinden beraatlerine karar vermek gerekmiş, …”

  1. Başvurucunun avukatlarının başvurusu üzerine temyiz incelemesi yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 14/9/2011 tarihli ve E.2008/12990, K.2011/9432 sayılı kararı ile Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararının bozulmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

“…

Yasadışı örgüte yardım ve yataklık etmek suçundan 05.03.2002 günü gözaltına alınan 1965 doğumlu katılanın 07.03.2002 tarihinde C.Başsavcılığına götürülmesinden önce saat 08.30’da düzenlenen doktor raporunun yeterli ve usulünce muayene yapılmadan düzenlenmesi, C.Savcısı tarafından aynı gün ifadesi alınırken tutanağa geçirilen katılanın dış görünüşü ve kollarını kaldıramadığına ilişkin gözlem, işkence iddiası üzerine yeniden saat 15.50’de alınan doktor raporunda belirlenen bulgulara, aşamalarda değişmeyen katılanın anlatımlarının dosyada mevcut raporlarla doğrulanması, tanık beyanları ile tüm dosya içeriği karşısında işkence fiilinin sabit olduğu gözetilerek sanıkların sorumlulukları belirlenip sonucuna göre mahkumiyet hükmü kurulması gerekirken yazılı şekilde beraat kararı verilmesi,

Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinden görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi gereğince istem gibi (BOZULMASINA), 14.09.2011 gününde oy birliğiyle karar verildi.”

  1. Anılan bozma kararı sonrası yapılan yargılama sonucunda Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2013 tarihli ve E.2011/191, K.2013/6 sayılı kararı ile sanıkların, isnat edilen suçu işledikleri sabit görülerek 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 243. maddesinin birinci fıkrası gereğince 10 ay hapis ve kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası ile cezalandırılmalarına ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

“…

Mağdure Hamdiye Aslan’ın PKK terör örgütüne kuryelik yapmak suçundan 05/03/2002 tarihinde gözaltına alınarak Mardin Emniyet Müdürlüğüne getirildiği ve burada gözaltında iken Mardin Emniye Müdürlüğünde görevli olan sanıkların mağdureye karşı suçunu söyletmek için hortumla soğuk su dökmek, muhtelif yerlerine vurmak, çıplak bırakmak, göğüslerini sıkmak suretiyle iştirak halinde kötü muamelede bulunduklarının anlaşıldığı, katılan mağdurenin tüm aşamalarda birbirini teyid eden beyanları ve bu beyanları ile örtüşen 07/03/2002 tarihinde saat 15.50’de alınan doktor raporundaki bulgular ve tanık olarak beyanı alınan Dr. M… Ç…’ın beyanları ile 07/03/2002 tarihinde saat 15.50’de alınan doktor raporunu teyit eden Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 12/3/2002 tarihli rapor birlikte değerlendirildiğinde mağdurenin gözaltındayken kötü muameleye maruz kaldığı sonucuna varıldığı, bu nedenle sanıkların kendilerin(i) suçlamadan kurtarmaya yönelik savunmalarına itibar edilmemesi gerektiği ve sanıkların eylemlerine uyan 5237 sayılı TCK’nun 94. maddesine göre lehlerine olan 765 sayılı TCK’nun 64/1. (m)addesi delaletiyle 234/1. (m)addesi gereğince cezalandırılmalarına karar vermek gerektiği, ancak sanıklara verilen sonuç ceza miktarına göre ve sabıkasız geçmişleri dikkate alınarak yeniden suç işlemeyecekleri hususunda mahkememizde olumlu kanaat oluştuğundan sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.

Her ne kadar katılan vekili mağdurenin tecavüze uğradığı gerekçesiyle sanıklara verilecek cezada bu hususun da dikkate alınmasını talep etmiş ise de, aldırılan adli raporlarda sanıkların mağdureye co(p) ile tecavüz ettiklerine ilişkin yeterli bulgunun elde edilemediği, dolayısıyla sanıklar hakkında cezayı artırım nedeni bulunmadığından cezalarında artırım yapılmamıştır. Sanık H…’nin akli durumu… ile ilgili aldırılan 15/10/2012 tarihli Adli Tıp (r)aporuna göre, sanığın cezai sorumluluğunun tam olduğu anlaşıldığından sanık ile ilgili TCK’nun 32. maddesinin uygulanması yoluna gidilmemiş, …”

  1. Başvurucunun avukatı, sanıklar hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair anılan karara karşı itiraz yoluna başvurmuştur.

  2. Başvurucu 13/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

  3. İtiraz mercii olan Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/3/2013 tarihli ve 2013/137 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir.

  4. Ağır Ceza Mahkemesinin itirazın reddine dair kararı başvurucuya 5/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

  5. Başvurucu 22/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

  1. İlgili Hukuk

  1. İlgili Ulusal Hukuk

  1. 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.”

  1. 5271 sayılı Kanun’un “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kenar başlıklı 231. maddesi şöyledir:

“…

(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

(6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 – 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.

(7) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez.

(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;

a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine,

b) Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına,

c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine, karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.

(9) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Altıncı fıkranın (c) bendinde belirtilen koşulu derhal yerine getiremediği takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler halinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir.

(10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.

(11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir.

(12) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.

(13) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından istenmesi halinde, bu maddede belirtilen amaç için kullanılabilir.

(14) (Değişik: 23/1/2008 – 5728/562 md.) Bu maddenin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümleri, Anayasanın 174 üncü maddesinde koruma altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlarla ilgili olarak uygulanmaz.”

  1. İlgili Uluslararası Hukuk

  1. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) Birinci Eki’nin 2. maddesi şöyledir:

Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.”

  1. İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6. maddesi şöyledir:

6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir. Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır.

6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır:

(i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğin klinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar;

(ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu;

(iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı.

(iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler;

(v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı;

6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak, Devlet’in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor başka kimseye verilmemelidir.”

  1. İNCELEME VE GEREKÇE

  1. Mahkemenin 4/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 13/3/2013 tarihli ve 2013/2015 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

  1. Başvurucunun İddiaları

  1. Başvurucu, gözaltında tutulduğu süre zarfında yasal olmayan ve hukuk dışı biçimde yöneltilen suçlamaları kabul etmemesi nedeniyle çeşitli şekillerde işkence eylemlerine maruz kaldığını, cop kullanılarak ırzına geçildiğini, ilgili kamu görevlilerinin eylemleri nedeniyle sorumluluktan kurtulmak amacıyla tutanaklar tuttuklarını, doktor raporlarının da buna göre alındığını, bir kısım doktorların da görevlerini kötüye kullandıklarını, maruz kaldığı işkence sonucu 11 yıldır manevi olarak tarif edilemez acılar yaşadığını, hayata tekrar bağlanabilmek için bu fiilleri gerçekleştiren görevlilerin cezalandırılmasını beklediğini, buna karşılık Mahkemenin 10 ay gibi hafif bir hapis cezası vermesinin yanı sıra buna ilişkin hükmün açıklanmasını da geri bıraktığını, bu şekilde işkence failleri hakkında sicillerine dahi işlenmeyecek şekilde karar verilmesinin ikinci defa onurunu kırdığını, yargılama sürecinin 11 yıl sürmüş olmasına rağmen etkili ve yeterli bir karar verilmediğini, okuryazar olmamasına rağmen kendisine imzalatılmak istenen evrakları imzalamayı reddetmesi nedeniyle maruz kaldığı insanlık dışı muamelelerin temelinde kadın ve Kürt kökenli olmasının yattığını, eşinin gözü önünde ırza geçme ve işkence eylemlerine maruz kalması sonucu manevi yıkım yaşadığını, bu nedenlerle Anayasa’nın 10., 17., 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

  1. Değerlendirme

  1. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16; M. Aydın Gürül, B. No: 2012/682, 2/10/2013, § 18). Somut başvuru bakımından temel sorun olan işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında bir inceleme yapılması uygun görülmüş olup diğer şikâyetler yönünden ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

  1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  1. Başvurucu 5/3/2002 ile 7/3/2002 tarihleri arasında gözaltında tutulduğu süre boyunca psikolojik ve fiziksel işkenceye maruz bırakıldığını ve cinsel dokunulmazlığının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

  2. Bakanlık görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı olan 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine bireysel başvuruda bulunulabileceği, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilemeyeceği; somut başvuruya konu olan işkence, kötü muamele ve cinsel saldırı iddiaları yönünden yapılan suç ihbarı neticesinde Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın, bu karara karşı yapılan itirazın Midyat Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmesi ile 29/4/2004 tarihinde kesinleştiği, bu koşullar dikkate alınarak başvurunun bu kısmının kabul edilebilirliği konusunda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir.

  3. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

  4. Başvuruya yönelik işkence ve kötü muamelelere ilişkin yargılama sonucunda verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar, Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 26/3/2013 tarihli ve 2013/137 Değişik İş sayılı itirazın reddine dair karar ile kesinleşmiş olup bu çerçevede, ihlal iddialarına konu olay ve olguların Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında yer aldığı konusunda tereddüt bulunmamaktadır.

  5. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

  1. Esas Yönünden
  1. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

  1. Somut olayda işkence ve kötü muamele eylemlerinin sorumluları hakkında ceza kovuşturması yürütüldüğü ve 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesinin birinci fıkrasında tanımlanan suçu işlediklerinin tespit edildiği gözetilerek öncelikle bu durumun başvurucular açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığının, diğer bir ifade ile yargılama sonucunun mağdurluk sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi gerekir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek ya da kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik karar vermek Anayasa Mahkemesinin görev kapsamında bulunmuyor ise de kamu görevlilerinin işledikleri kötü muamele suçları için yapılan uygulamalara ilişkin olarak suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlık olduğu durumlarda, Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi bulunmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 76).

  2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında da ifade edildiği gibi tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların ve fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konulan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008, § 69; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006, § 76).

  3. Buna göre söz konusu davada, Mahkemenin, işkence gibi vahim suç oluşturan bir fiilin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermekten ziyade, bu fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde orantısız bir şekilde asgari hadden hüküm kurması ve anılan mahkûmiyetin, “beş yıl içinde suç işlenmesi” bozucu şartı gerçekleşmediği takdirde hüküm ifade etmemesini sağlayacak şekilde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermesi nedeniyle başvurucuların mağdurluk sıfatlarının ortadan kalkmadığı sonucuna varılmıştır.

  1. Genel ilkeler

  1. Başvuru konusu olay, devlet gözetimi altında bulunan başvurucunun maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edilmesi iddiası ile ilgilidir.

  2. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 80).

  3. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

  4. Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye -bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa bile- maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Dolayısıyla yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin, 17. maddenin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilir. (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mahmut Kaya/Türkiye, B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115).

  5. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83; Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104)

  6. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

  7. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

  8. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10/12/1984 tarihinde kabul edilen ve 26/6/1987 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye’nin de 10/8/1988 tarihinde taraf olduğu İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin 1. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

Bu Sözleşme bakımından ‘işkence’, bir kimseye, kendisinden bir ikrar veya üçüncü kişiyle ilgili bilgi elde etmek, kendisinin veya üçüncü kişinin işlediği veya işlediğinden şüphelenilen bir fiil nedeniyle cezalandırmak, kendisine veya üçüncü kişiye gözdağı vermek veya zorlamak amacıyla veya ayrımcılığa dayanan her hangi bir gerekçeyle, bir kamu görevlisi veya resmi sıfatla hareket eden bir kişi tarafından veya bu kişilerin teşviki veya rızası veya muvafakatiyle üçüncü kişi tarafından, kasten işlenen ve işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren her hangi bir fiildir. Kanuni yaptırımlardan kaynaklanan veya yaptırımın doğasında bulunan veya bu yaptırımlarla rastlaşan acı veya ıstırap, işkence sayılmaz.”

  1. Yine anılan Sözleşme’nin 15. maddesinde “Her bir Taraf Devlet, işkence sonucu alındığı ortaya çıkan bir ifadenin, işkence yapmaktan sanık bir kimsenin aleyhine bu beyanın alındığına dair bir delil olarak kullanılması hariç, hiç bir yargılamada delil olarak ileri sürülememesini sağlar.” hükmüne; 16. maddesi de “1. Her bir Taraf Devlet kendi egemenliği altındaki bir ülkede, birinci maddede tanımlanan işkenceye varmayan diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza fiillerinin bir kamu görevlisi ve resmi sıfatla hareket eden bir diğer kimse tarafından veya bu kimsenin teşviki veya rızası veya muvafakati ile işlenmesini önlemeyi taahhüt eder. Sözleşmenin özellikle 10, 11, 12 ve 13. maddelerinde yer alan yükümlülükler, işkence sözcüğü yerine diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı bir muamele veya ceza terimleri koyularak uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir.

  2. İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ıstırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; Eğmez/Kıbrıs, § 78). AİHM; fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (İrlanda/Birleşik Krallık; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41, 42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikteki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

  3. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada “eziyet”ten faklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

  4. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. V/Birleşik Krallık [BD], B. No: 24888/94, 16/12/1999, § 71). Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık). Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

  5. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanmış bir eylem tehdidinde bulunmak da yeterince yakın ve gerçek olması koşuluyla bu maddenin ihlali sonucunu doğurma riskini taşıyabilir. Dolayısıyla bir kimseyi işkence ile tehdit etmek, en azından “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele oluşturabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 91; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gäfgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 91; Campbell ve Cosans/Birleşik Krallık, B. No: 7511/76 , 7743/76, 25/2/1982, § 26).

  6. Özgürlüğünden mahrum bırakılan bir kişiye yönelik, kendi eylem ve tavırları mutlaka kuvvet kullanılmasını gerektirmedikçe zora başvurulması, insan onurunun zedelenmesi ve ilke olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen yasağın ihlal edilmesi sonucunu doğurabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 92).

  7. AİHM’in birçok kararlarında da ifade edildiği gibi işkence yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir. AİHS’in normatif maddelerinin çoğunluğunun aksine 3. madde istisna öngörmemekte ve 15. maddenin (2) numaralı fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır. (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile Sözleşme’nin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları -mağdurun davranışı ne olursa olsun- kesin ifadelerle yasakladığını teyit etmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 93; Labita/İtalya, § 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79).

  8. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme’nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 94; Selmouni/Fransa, § 87; Ferhat Kaya/Türkiye, B. No: 12673/05, 25/9/2012, § 33).

  9. Kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, § 161; Labita/İtalya, § 121). Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır (Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 109). Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (Cuma Doygun, B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

  10. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup bazı durumların ortaya koyduğu şartlar nedeniyle ilk derece mahkemesi rolünü üstlenmesinin kaçınılmaz olduğu hâllerde çok dikkatli davranması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4/4/2000). Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin incelenmesinde böyle bir durumla karşılaşma riski bulunmaktadır. Anılan maddede güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili iddialarda bulunulduğu zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 32). Ancak görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, § 29; Jasar/“Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti”, B. No: 69908/01, 15/2/2007, § 49). Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman ceza hukuku sorumluluğunun, Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Tanlı/Türkiye, §§ 110, 111). Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, § 30).

  1. Genel ilkelerin Olaya Uygulanması

  1. Başvurucu, gözaltında tutulduğu süre zarfında yasal olmayan ve hukuk dışı biçimde yöneltilen suçlamaları kabul etmemesi nedeniyle çeşitli şekillerde işkence eylemlerine maruz kaldığını, cop kullanılarak ırzına geçildiğini, ilgili kamu görevlilerinin bu eylemler nedeniyle sorumluluktan kurtulmak amacıyla tutanaklar tuttuklarını, doktor raporlarının da buna göre alındığını, bir kısım doktorların da görevlerini kötüye kullandıklarını, maruz kaldığı işkence sonucu 11 yıldır manevi olarak tarif edilemez acılar yaşadığını, hayata tekrar bağlanabilmek için bu fiilleri gerçekleştiren görevlilerin cezalandırılmasını beklediğini, buna karşılık Mahkemenin 10 ay gibi hafif bir hapis cezası vermesinin yanı sıra hükmün açıklanmasının da geri bırakılmasına karar verdiğini, eşinin gözü önünde ırza geçme ve işkence eylemlerine maruz kalması sonucu manevi yıkım yaşadığını, bu nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

  2. Bakanlık görüş yazısında, AİHM içtihatlarına göre kötü muamelenin 3. madde kapsamına girmesi için asgari seviyede bir şiddete ulaşması gerektiği; bu değerlendirmenin muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal sonuçları, bazı davalarda mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi davanın özel koşullarıyla bağlantılı olduğu, bir kimsenin gözaltında ve polis memurlarının sıkı denetimi altında yaralandığı durumlarda, meydana gelen yaralanmaların güçlü fiilî karinelere yol açacağı, bu yaralanmaların kaynağına ilişkin ikna edici açıklama yapma külfetinin hükûmete düşeceği, somut olayda Yargıtay Dairesinin bozma ilamı ve Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin başvurucunun işkenceye uğradığına dair 16/1/2013 tarihli kararı göz önünde bulundurularak başvurucunun bu kapsamdaki şikâyetinin değerlendirilmesinde takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir.

  3. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

  4. Başvurucu, terör örgütüne yardım ettiği şüphesiyle 5/3/2002 tarihinde gözaltına alınmıştır. Bakanlık görüş yazısı ile teyit edildiği üzere aynı tarihli gözaltına giriş raporunda başvurucunun vücudunda darp cebir izine rastlanmadığı tespit edilmiştir. 7/3/2002 tarihli gözaltından çıkış raporunda da darp cebir izine rastlanmadığı saptanmıştır. Başvurucunun tutuklanmasını müteakiben cezaevine kabul edilmeden önce alınan raporunda ise “sol koltuk altında iç kısımda dirseğe kadar yaygın ekimozları, … sağ koltuk altında aynı şekilde ekimozları mevcuttur. Çekilen filminde kırık yoktur. Aynı zamanda her iki ayak tabanında ödem ve hassasiyeti mevcuttur.” ifadelerine yer verilmiştir. Belirtilen rapor üzerine başvurucunun Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünde muayenesi yaptırılmak istenmiş ise de anılan Şube Müdürlüğünün kapalı olduğu gerekçesiyle muayenesi yaptırılamamıştır. Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünce başvurucu hakkında düzenlenen 12/3/2002 tarihli raporunda “Sağ humeral bölge iç yan yüz proksimalde aksiler bölgeye uzanan kısımda 10×5 cm’lik alan içinde farklı boyut ve şekillerde; çevreleri açık yeşil-sarı renk almış resorbsiyonu devam eden 6-8 günlüğe uyan eski ekimotik alanlar, sol humeral bölge iç yan yüz proksimalde aksiler bölgeye uzanan kısımda 7×4 cm’lik alan içinde farklı boyut ve şekillerde; çevreleri açık yeşil-sarı renk almış resorbsiyonu devam eden 6-8 günlüğe uyan eski ekimotik alanlar saptandığı, vücudunun çeşitli bölgelerinde subjektif ağrı şikayeti tarif ettiği ancak vücudun diğer bölgelerinde travmatik lezyon bulgusu saptanmadığı, sistem muayenelerinin doğal bulunduğu; uzuv zaafı ya da uzuv tatili niteliğinde herhangi bir anatomik eksiklik ya da fonksiyonel bir araz saptanmadığı…” ve başvurucunun “tarif edilen ekimozlara neden olan travmatik arızasının” başvurucunun yaşamını tehlikeye sokmadığı ve beş gün “mutad iştigaline” engel teşkil edeceği ve “Uzuv zaafı ya da uzuv tatili niteliğinde herhangi bir anatomik eksiklik ya da fonksiyonel bir araz” bulunmadığı tespit edilmiştir.

  5. İlk Derece Mahkemesinin 16/1/2013 tarihli ve E.2011/191, K.2013/6 sayılı kararı ile sanıkların başvurucuya karşı 765 sayılı mülga Kanun’un 245. maddesinin birinci fıkrasında tanımlanan suçu işledikleri sabit görülerek 10 ay hapis ve kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir.

  6. Diğer yandan İlk Derece Mahkemesi, sanıklara verilen nihai ceza miktarını ve sanıkların sabıkasız oluşlarını dikkate alarak yeniden suç işlemeyeceklerine kanaat getirdiğini belirterek 10 ay hapis cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.

  7. Başvurucu 7/3/2002 tarihli ilk ifadesinde, emniyet müdürlüğünde kendisine işkence edildiğini, sırtına vurduklarını, üzerine buzlu su döküp pervane çalıştırdıklarını, yatağa giderken üzerine buz sürdüklerini, gözleri kapalıyken dört beş kişi tarafından darp edildiğini beyan etmiştir. Başvurucu, tutuklandıktan sonra avukatlarının dilekçesi üzerine alınan 17/5/2002 tarihli ifadesinde, göz altında bulunduğu süre içinde bir kadın polis memurunun, (başvurucunun) kocasının gözü önünde makatına cop soktuğunu, kanamasının başladığını ve bayılıp yere düştüğünü, bunun üzerine hastaneye götürdüklerini, bilinci yerinde olmadığı için doktorun ne yaptığını hatırlamadığını, savcılıkta verdiği ifadede utandığı için bu olanları söylemediğini, Diyarbakır’daki adli tabibin sadece koltuk altlarına baktığını, anılan şikâyetini belirtmesine rağmen doktorun muayene etmediğini, ilk ifadesinde diğer kötü muamele oluşturan eylemleri anlattığını ifade etmiştir.

  8. Mardin Devlet Hastanesinde yapılan 21/5/2002 tarihli muayeneye kadar hiçbir doktorun başvurucunun anal bölgesinin muayenesini yapmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucu duruşmadaki beyanında anılan vücut bölgesine ilişkin şikâyetlerini daha önce muayene eden doktorlara ilettiğini ancak muayene etmediklerini ifade etmiştir.

  9. Adli Tıp Kurumunun 21/10/2005 tarihli raporunda başvurucuda tespit edilen kronik anal fissürün makata yabancı cisim sokulması ile meydana gelebileceği gibi, kabızlık gibi bünyesel sebeple de meydana gelebileceği, bunlar arasında tıbben ayrım yapılamayacağı, ayrıca hiçbir şekilde fissürün yaşının tespit edilemeyeceği bildirilmiştir.

  10. Görüldüğü üzere başvurucunun ilk planda kötü muameleye ilişkin şikâyetlerini dile getirirken cinsel saldırıya ilişkin şikâyetlerini dile getirmemesi, bu kapsamdaki iddialarının ispatını son derece zorlaştırmıştır.

  11. İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesinde de başvurucunun “tecavüze uğradığı” gerekçesiyle sanıklara verilecek cezanın artırılması talebinin, aldırılan adli raporlarda sanıkların başvurucuya “cop ile tecavüz ettiklerine ilişkin yeterli bulgunun elde edilemediği, dolayısıyla sanıklar hakkında cezayı artırım nedeni bulunmadığı” gerekçesiyle reddedilmiş ve sanıkların cezalarında artırım yapılmamıştır.

  12. Gözaltında olduğu için dış dünyayla ilişkisi kesilen veya kendisine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmeleri her zaman olanaklı olmayan başvurucunun, gözaltı sırasında maruz kaldığı kimi kötü muamele davranışları yönünden yaptığı şikâyetleri temellendirmesinin, kanıt toplamanın güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucunun bu kapsamdaki iddialarına ilişkin olarak ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılması mümkündür.

  13. Buna göre başvurucunun aşamalarda, cinsel saldırı eylemine ilişkin olan ve utanma duygusu nedeniyle en başta ileri sürülemediği şeklinde makul bir açıklamaya kavuşturulan şikâyeti haricinde, birbiriyle genel olarak uyumlu ifadeleri, başvurucunun cezaevine kabul edilmeden önce Devlet Hastanesinde ve daha sonra Adli Tıptan alınan doktor raporları ile İlk Derece Mahkemesinin gerekçeli kararı, başvurucunun işkence ve kötü muameleye dair iddialarının temelden yoksun olmadığına karine oluşturmuştur. Sağlıklı bir şekilde gözaltına alınan başvurucunun, gözaltından çıkarılmadan önce yaralanmış olduğu ya da fiziksel iz bırakmayan kötü muamele gördüğünün tutarlı ifadeleri ve doktor raporları ile saptanmış olması karşısında, artık bunun kolluk görevlilerinin eylemleri sonucu olmadığına ilişkin ispat yükü, kamu otoritesini temsil eden idare aleyhine yer değiştirmiştir.

  14. İlgili kolluk görevlileri savunmalarında, başvurucunun kendisini sürekli yere attığını, ifade vermek için nezarethaneden çıkmadığını, pasif direnişi ve “kilolu” bünyesi nedeniyle başvurucuyu yürütmekte zorlandıklarını ve sürekli koltuk altlarından tutmak zorunda kaldıklarını, başvurucunun nezarethanede de sık sık kendini yataktan yere attığını ifade etmişlerdir. Ancak başvurucunun sadece koltuk altlarındaki yaralara ilişkin olan sanıkların bu açıklamalarının, özellikle başvurucunun ayak altlarındaki şişlikler ve vücudunun diğer bölgelerinde tespit edilen tıbbi bulguların meydana geliş şekli konusunda yeterli düzeyde bir ikna ediciliğe sahip olduğunu söylemek güçtür.

  15. Diğer yandan sanıklardan L.B., başvurucunun kendisine zarar vermeye yönelik tüm eylemlerini saat saat tutanağa bağladıklarını ifade etmiş ise de bu tutanakların içeriği ve güvenilirliği konusunda İlk Derece Mahkemesinin gerekçeli kararında veya Bakanlık görüş yazısında herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır.

  16. Başvurucunun birtakım fiziksel ve ruhsal saldırılara maruz kaldığı, Yargıtayın 14/9/2011 tarihli bozma kararı (bkz. § 54) ve bu karar üzerine İlk Derece Mahkemesince verilen 16/1/2013 tarihli karar (bkz. § 55) ile sabittir. Ancak başvurucunun maruz kaldığı bu eylemlerin Anayasa’nın 17. maddesinde güvenceye bağlanan işkence ve kötü muamele yasağı çerçevesinde, ağırlık düzeyi olarak hangi kategoriye dâhil olduğunun belirlenmesi gerekmektedir.

  17. Başvurucu hakkında çeşitli sağlık raporlarında belirtilen tıbbi bulguların tümü ve gözaltı sırasında maruz kaldığı kötü muameleye ilişkin başvurucunun beyanları, birtakım fiziksel acılara maruz kaldığını ortaya koymuştur. İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun maruz kaldığı eylemleri kötü muamele olarak nitelendirmiş ise de bu eylemlerin hangi amaçla yapıldığı konusunda bir kabul ortaya koymamıştır.

  18. Nitekim somut olaya uygulanan 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesinin birinci fıkrasındaki “veya diğer herhangi bir sebeple” ifadesi, bu Kanun maddesinin uygulanması bakımından, suçun mağduruna yöneltilen eylemlerde belirli bir amaç unsurunu vazgeçilmez kılmamaktadır. Ancak bu durum, İlk Derece Mahkemesinin bu konuyu netliğe kavuşturma yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır. Zira amaç unsuru, bireyin vücut bütünlüğüne yönelik en ağır müdahale şekli olan işkenceyi diğer insanlık dışı muamelelerden ayıran en önemli kriterdir. Bu çerçevede, bireylerin vücut bütünlüklerine yönelik eylemleri önleme ve önlenememiş müdahaleleri etkili bir şekilde cezalandırma yükümlülüğü altında bulunan devletin, işkence ve kötü muamele türünden haksız eylemleri kademelendirmesi ve işkence olarak nitelendirdiği eylemleri, diğer eylemlere nazaran daha ağır şekilde cezalandırması şarttır.

  19. Olayların süregelişi, başvurucuya uygulanan acı ve ızdırap verici eylemlerin, kendisine yöneltilen olaylar hakkında itiraf ve/veya beyanda bulunmasını sağlamak, herhangi bir şekilde davranması için gözdağı vermek veya ayrımcılığa dayalı herhangi bir gerekçeyle bilinçli olarak uygulandığını net bir şekilde doğrulamamaktadır. Gerek İlk Derece Mahkemesi kararından, gerekse somut olayın kendine has koşullarından, başvurucuya yönelik eylemlerin belirli bir amaç veya saik doğrultusunda yapıldığı konusunda kuşku bırakmayacak bir çıkarsamaya varılamamıştır. Buna rağmen ortaya çıkarılan fiillerin, başvurucuya fiziksel ve psikolojik acı verme, direncini kırma amacı olan korku, endişe veya aşağılık duygusu oluşturucu nitelikte olduğu anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla belirtilen genel ilkeler ışığında başvurucunun maruz kaldığı kötü muamelelerin “eziyet” seviyesinde olduğu sonucuna ulaşmak için yeterli düzeyde ciddi kanıt unsuru bulunmaktadır.

  20. Her ne suretle olursa olsun, özgürlüğü kısıtlanan bir kişiye -bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça- fiziksel güç kullanılması insan onurunu kırar ve kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal eder. Özellikle olay tarihi itibarıyla sosyoekonomik yönden zayıf durumda olan, okuma yazma bilmeyen ve kendisini Türkçe konuşarak ifade edemeyen bir kadın olması göz önüne alındığında başvurucunun gözaltı sırasında uğradığı tespit edilen şiddetin ortaya çıkardığı olumsuz sonuçlar yadsınamaz.

  21. Diğer taraftan gözaltında olduğu için zaten oldukça kırılgan bir durumda olan başvurucunun, pasif direnişi ile orantısız bir şekilde sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kalması ve gözaltı süresi devam ederken sevk edildiği hastanelerde düzenlenen doktor raporlarının, kendisine karşı güç kullanan görevlilerin veya bu görevlilerin bağlı bulundukları kolluk biriminin takibi altında olmasının, başvurucunun üzerindeki tehdidin varlığını devam ettirdiği, bunun da insan onuruna bir müdahale oluşturduğu açıktır. Zira başvurucunun doktor raporları alınmak üzere ilgili Hastaneye nakillerinde, gözetimi altında bulunduğu kolluk görevlilerinin nezaret ettiği anlaşılmakla beraber, rapor düzenleyen doktorların tanık sıfatıyla alınan beyanlarında, düzenlenen raporların özellikle ilgili kolluk görevlilerine karşı gizliliğinin sağlanması hususunda herhangi bir önlem alındığına dair bir ifade veya ipucuna rastlanmamıştır. Oysa İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6c. maddesinde, muayene edilen kişi hakkında hazırlanan raporun gizli tutulması ve muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmesi, bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasının güvenceye alınmasının devletin sorumluluğunda olduğu, -muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere- raporun başka kimseye verilmemesi gerektiği düzenlenmiştir (bkz. § 64).

  22. Ayrıca Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası göz önünde tutulduğunda mağdurun eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerekir. Saikin önem düzeyi ne kadar yüksek olursa olsun en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrası gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde dahi bu yasağın askıya alınmasına izin verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlak niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun herhangi bir istisnaya veya haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir.

  23. AİHM’e göre de ceza soruşturmasının gereklilikleri ve suçla ve özellikle terör suçları ile mücadelenin doğasında yer aldığı inkar edilemeyen zorluklar, bireyin maddi bütünlüğünün dokunulmazlığına sınır getirilmesi sonucunu doğurmaz (Tomasi/Fransa, B. No: 12850/87, 27/8/1992, § 115).

  24. Yukarıda ifade edilen ve insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel veya ruhsal yönden acı çektiren, algılama veya irade yeteneğini etkileyen, aşağılanmaya yol açan nitelikteki muamelelerin, şiddetli fiziksel ağrı ya da ruhsal acı verilmek suretiyle gerçekleştiği belirlenmiştir. Buna göre başvurucuya uygulanan muamelenin amacı, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alındığında ve söz konusu fiillerin boyutu ve bu eylemlerin başvurucuya fiziksel ve psikolojik acı verme, direncini kırma, aşağılama amacı olan, korku, endişe ve aşağılık duygusu oluşturucu nitelikte olması göz önünde bulundurulduğunda ve ayrıca bu muamelelerin, başvurucunun vücut bütünlüğünde oluşturduğu etkileri de dikkate alındığında “eziyet” olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.

  25. İlk Derece Mahkemesince sanıklar hakkında, tespit edilen eziyet eylemleri nedeniyle 10 ay hapis cezası verilmiş ve buna ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

  26. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması müessesesi, 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinde düzenlenmiştir. Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının aynı Kanun’un 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğurduğundan bu özelliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birini oluşturmaktadır (Tahir Canan, § 30).

  27. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması için yapılan yargılama sonucu hükmolunan cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası olması, sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı maddi zararın, aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tamamen giderilmesi, mahkemece sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate ulaşılması gerekmektedir. Tüm bu koşulların bulunması hâlinde mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilecek ve sanık beş yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulacaktır. Denetim süresi içinde sanığın kasten yeni bir suç işlememesi ve yükümlülüklere uygun davranması hâlinde açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak 5271 sayılı Kanun’un 223. maddesi uyarınca kamu davasının düşürülmesine karar verilecektir. Sanığın denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya yükümlülüklere aykırı davranması hâlinde ise mahkemece açıklanması geri bırakılan hüküm açıklanacaktır (Tahir Canan, § 31).

  28. Diğer taraftan kanunda belirtilen koşulların gerçekleşmesine karşın sanığın kabul etmemesi hâlinde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemeyeceği 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasının son cümlesinde ifade edilmektedir. Bu kapsamda sanığın, yargılamanın hukuki kesinliği ifade eden bir hükümle sonuçlanmasını ya da cezaya hükmedilmesi durumunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını tercih etme imkânı bulunmaktadır (Tahir Canan, § 32).

  29. 5271 sayılı Kanun’un (12) numaralı fıkrasında, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı itiraz kanun yoluna başvurulabileceği düzenlenmiştir. Bununla birlikte denetim süresi içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmesi hâlinde hükmün açıklanmasıyla veya bu süre içinde kasıtlı yeni bir suç işlenmemesi hâlinde düşme kararıyla yargılama nihai olarak sona erdiğinden hüküm niteliği olan bu kararlara karşı kanun yoluna başvurulabilir ve esasa ilişkin itirazlar bu aşamada ileri sürülebilir (Tahir Canan, § 33).

  30. Bireylerin cezai sorumluluğuna ilişkin hukuki sorunların incelenmesi Anayasa Mahkemesinin görevleri arasında olmayıp konu derece mahkemelerin takdirine bırakılmıştır. Yine bu bağlamda suçlu-suçsuz kararı vermek ya da daha hafif veya ağır ceza belirlemek de Anayasa Mahkemesinin görevleri arasında yer almamaktadır (Tahir Canan, § 35).

  31. Ancak Anayasa Mahkemesinin kararlarında da belirtildiği gibi cezai yaptırımlara ilişkin düzenlemelerde de kuralların, önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak ölçülü, adil ve orantılı olması gerekir (E.2010/104, K.2011/180, 29/12/2011). Orantılılık ilkesi, mağdurun korunması ile failin cezalandırılması arasında makul bir ilişki olmasını gerektirir. Diğer bir ifadeyle hak yoksunluğu getiren düzenlemelerde hukuka aykırı eylem ile yaptırım arasında adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygunluk bulunmalıdır. Ayrıca yaptırımlarda güdülen asıl amaç, işlediği suçtan dolayı kişinin ıslah olmasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılmasıdır. Nitekim Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlere getirilecek sınırlamaların, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını belirtirken 5237 sayılı Kanun’un 3. maddesine göre de suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunması gerekmektedir. AİHM de suçun niteliğinin ve verilen cezaların ağırlığının, yapılan müdahalenin orantılılığı bakımından dikkate alınması gereken unsurlar olduğunu kaydetmiş ve gerçekleştirilen müdahalenin “demokratik bir toplum için zaruri” olması gerektiğini belirtmiştir (Tahir Canan, § 36; Varlı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 38586/97, 19/10/2004).

  32. Diğer yandan işkence, eziyet ve kötü muamele niteliğindeki eylemlere müsamahalı yaklaşıldığı izlenimi verilmemesi de bu kapsamdaki fiillere ilişkin cezaların orantılılığı bakımından asgari sınırı teşkil etmektedir.

  33. İlk Derece Mahkemesince sabit görülen eylemlerin nitelik ve ağırlığı dikkate alındığında sanıklar hakkında hükmedilen 10 ay hapis cezasının orantılı olduğunun kabul edilmesi mümkün değildir. Bunun yanı sıra hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle -sanıkların deneme süresi içerisinde suç işlememeleri şartıyla- belirtilen hapis cezasının uygulanmamasının ve bu cezanın hiç vaki olmamış sayılarak adli ve memuriyet sicillerine yansımamasının, yasal olmayan bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek düzeyde yeterli caydırıcı bir etki doğurmadığı açıktır. Bu nedenle devletin söz konusu davada başvurucunun fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği anlaşılmıştır.

  34. Açıklanan nedenlerle başvurucunun maruz kaldığı bu eylemlerden dolayı Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

  1. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

  1. Genel ilkeler

  1. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında devletin, pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).

  2. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

  3. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 111; Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

  4. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

  5. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, B. No: 47287/99, 22/7/2008, § 70) ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi (Tanlı/Türkiye, § 111) yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

  6. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96, 57834/00, 3/6/2004, § 136). Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114; Tanrıkulu/Türkiye [BD], B. No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye, B. No: 22676/93, 14/12/2000, § 89).

  7. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır. (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999, § 92; Khadjialiyev ve diğerleri/Rusya, B. No: 3013/04, 6/11/2008, § 106; Denis Vassiliev/Rusya, B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 157; Dedovski ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 92; Ognyanova ve Choban/Bulgaristan, B. No: 46317/99, 23/2/2006, § 107).

  8. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; Cezmi Demir ve diğerleri, § 116; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133, 134).

  9. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir (Oğur/Türkiye, §§ 91, 92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81, 82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil, aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83, 84). Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edebilmek için, öncelikle bağımsız yürütülebilir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

  10. Soruşturmayı sağlayacak bir başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi hâlinde ancak etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usulü güvencelerin sağlanması gerekir (Tahir Canan, § 26; Cezmi Demir ve diğerleri, § 118; Aksoy/Türkiye, § 95; Ramirez Sanchez/Fransa, B. No: 59450/2000, 4/7/2006, §§ 157-160).

  11. İşkence, eziyet ve kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, §§ 111, 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02, 9/6/2009, § 150).

  12. Mahkemelerin; özellikle işkence, eziyet ve kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmeleri ve tüm araçlara başvurmaları gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza davası söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hüseyin Esen/Türkiye, B. No: 49048/99, 8/8/2006; Özgür Kılıç/Türkiye, B. No: 42591/98, 24/9/2002).

  13. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence, eziyet veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde, cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin, görevinin askıya alınmasının ve şayet hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 121; Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

  1. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması

  1. Sunulan kanıtlara dayanılarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince devletin, negatif sorumluluğu kapsamında başvurucunun maruz kaldığı kötü muameleden sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır. Ayrıca başvurucu tarafından yapılan şikâyetler etkili soruşturma hakkı kapsamında “kabul edilebilir” olarak görülmüştür. Buna göre yetkililerin yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir soruşturmayı yürütmesi zorunluluğu bulunduğundan bu zorunluluğa uyulup uyulmadığının tespiti gerekmektedir.

  2. Başvurucu, yargılama sürecinin 11 yıl sürmüş olmasına rağmen etkili ve yeterli bir karar verilmediğini, yargılama sonucunda verilen nihai kararın işkence fiilinin faillerinin cezası kalması sonucunu doğurduğunu, bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

  3. Bakanlık görüş yazısında, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının bir af veya bağışlama olmadığı, onarıcı adalet anlayışının gereği olarak faillerin hayattan kopmadan rehabilitasyonu, mağdura verilen zararın giderilmesi ve toplumun korunması amaçları doğrultusunda ceza adalet sistemine dâhil olduğu, AİHM içtihatlarına göre hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının bir cezanın infazının tecil edilmesinden çok daha geniş kapsamlı bir etkiye sahip olduğu, suçluların cezasız kalmasına yol açtığı, suçlu denetimli serbestlik yükümlülüklerine uyduğu taktirde ceza da dâhil olmak üzere kararın tüm hukuki sonuçlarının ortadan kalktığı, ceza ertelendiğinde ise ne karar ne de karara dayalı mahkûmiyetin varlığının sona erdiği, bu tür cezaların ertelenmesinin mahkûmiyet hükümlerinin etkisiz kalmasına yol açtığından “kabul edilemez tedbirler” kategorisine girdiği; hâkimlerin, hukuka aykırı ciddi davranışlara hiçbir şekilde göz yumulamayacağını göstermekten ziyade bu tür davranışların sonuçlarını aza indirmek için kendi takdir yetkilerini kullandıklarını, işkence failleri hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı benzer davalarda Sözleşme’nin 3. maddesinin usul bakımından ihlal edildiğine hükmedildiği ayrıca AİHM’in, devletlerin usule ilişkin yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerini değerlendirirken suçlular hakkındaki yargılamanın süresini, yargılama devam ederken herhangi bir disiplin soruşturması yapılıp yapılmadığını, sorumluların görevden uzaklaştırılıp uzaklaştırılmadıklarını göz önünde bulundurduğu bildirilmiştir.

  4. Somut başvuruya ilişkin olarak Bakanlık görüşünde, başvurucunun işkenceye uğradığı iddiasıyla ilgili gerekli soruşturmanın yapıldığı ve suçlular hakkında mahkûmiyet kararı verildiği, bu mahkûmiyet kararının açıklanmasının geri bırakıldığı, 7/3/2002 ile 26/3/2013 tarihleri arasında devam eden yargılamanın yedi yıl üç aylık bölümünün İlk Derece Mahkemesi ve savcılıkta, iki yıl yedi aylık bölümünün ise temyiz merciinde geçtiği, başvurucunun maruz kaldığı eylemi soruşturma makamlarına taşıyabildiği, yargılama faaliyetlerine aktif bir şekilde katıldığı ve yargılama neticesinde verilen karara karşı itiraz yoluna başvurabildiği, başvurucunun kişi dokunulmazlığı hakkının usul yükümlülüğü bakımından ihlal edildiği yönündeki şikâyetinin değerlendirilmesi konusunda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.

  5. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

  6. Somut olayda başvurucunun şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde, kendisine kötü muamelede bulunulduğunu iddia etmesi üzerine Cumhuriyet Savcısı tarafından 7/3/2002 tarihli tutanak tutularak alınan ifade tutanağının bir sureti eklenmek suretiyle görevliler hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında gözaltına giriş çıkış raporları haricinde, resen veya başvurucu ve avukatlarının iddiaları üzerine 7/3/2002 ve 21/5/2002 tarihlerinde Mardin Devlet Hastanesinden, 12/3/2002, 12/3/2002 ve 21/12/2002 tarihlerinde Diyarbakır Adli Tıp Şube Müdürlüğünden ve 27/9/2002, 16/9/2005, 21/10/2005 ve 30/11/2007 tarihlerinde Adli Tıp Kurumundan adli muayene raporları alınmıştır.

  7. Anılan raporlardaki yaralanmalar nedeniyle Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 5/2/2003 tarihli iddianamesi ile başvurucuya karşı “sanığa cürmü söyletmek için işkence ve sair kötü muamele yapma” suçunu işledikleri iddiasıyla ilgili polis memurları L.B., B.U. ve H.Ş.P. hakkında kamu davası açılmıştır.

  8. Diğer yandan hakkında kamu davası açılan polis memuru H.Ş.P.nin başvurucuya karşı “ırza geçme” suçunu işlediği iddiası yönünden Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 3/3/2004 tarihli ve 2004/547 Hazırlık sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

  9. Polis memurları hakkında delil yetersizliği nedeniyle İlk Derece Mahkemesince verilen beraat kararının Yargıtayca bozulması üzerine Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2013 tarihli kararı ile sanıkların başvurucuya karşı işkence suçunu işledikleri sabit görülerek 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesinin birinci fıkrası gereğince 10 ay hapis ve kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası ile cezalandırılmalarına ve 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

  1. Devletin, usul yükümlülüğü çerçevesinde, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularını belirlenmelerini ve gerekiyorsa cezalandırılmalarını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütme ödevi bulunmaktadır. Böyle bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının bu saldırılar konusunda hesap verebilirliklerini sağlamaktır. Ayrıca yürütülen soruşturma neticesinde işkence, eziyet ve kötü muamele niteliğindeki eylemlere müsamahalı yaklaşıldığı izleniminin de verilmemesi gerekmektedir.

  2. Somut olayda ise sanıklara 10 ay hapis cezası verilmesi ve buna ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılması, soruşturmanın etkililiğini de zedelemiştir. Dahası ilgili kamu görevlileri hakkında herhangi bir disiplin soruşturması yürütüldüğüne dair bir belge veya bilgiye de ulaşılamamıştır.

  3. Genel ilkelerde de değinildiği üzere soruşturmayı yapan makamların yanı sıra soruşturmaya katkı sağlayan uzmanların da bağımsız ve tarafsız olmaları, usul yükümlülüğünün tam manasıyla yerine getirilmesi bakımından vazgeçilmezdir. Nitekim ilgili uluslararası hukuk kısmında nakledilen ve AİHM kararlarında da sıkça atıfta bulunulan İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 2. maddesinde soruşturmayı yürütenlerin, işkence ve kötü muamele olayının faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olması gerektiği ifade edilmiştir (bkz. § 63).

  4. Somut olayda ise Mahkemece 2/6/2003 tarihinde Emniyet Müdürlüğü binasında keşif yapılmış ve kovuşturma kapsamında aynı zamanda tanık olarak bilgisine başvurulan ve hakkında yürütülen soruşturma kapsamında başvurucunun parmak izi ve fotoğraflarının alınmasında görev yapmış olan R.S.ye bilirkişilik yaptırılmıştır. Adı geçen bilirkişi tarafından, “nezarethanedeki yüksek seslerin başka yerlerden rahatlıkla duyulabileceği” yönünde rapor düzenlenmiştir.

  5. Adı geçen bilirkişi ile sanıklar, aynı hiyerarşik yapı içerisinde hatta aynı bina içerisinde görev yapan polis memurlarıdır. Ayrıca belirtildiği üzere adı geçen bilirkişi, başvurucunun nezarethanede parmak izi alma ve fotoğraflama işlemlerini de yapmış olup tespit edilen işkence ve kötü muamele iddialarının doğrudan veya dolaylı olarak potansiyel tanığıdır. Bu çerçevede adı geçen bilirkişinin, yürütülen soruşturmaya bir uzman olarak bağımsız ve tarafsız olarak hizmet ettiğini varsaymak oldukça güçtür.

  6. Diğer yandan başvurucunun maruz kaldığı kötü muamelelere en yakın zaman diliminde düzenlenmiş olan 7/3/2002 tarihli gözaltı çıkış raporunda, başvurucuda darp cebir izine rastlanmadığı tespitine yer verilmiştir. Anılan raporu düzenleyen doktor, 22/5/2002 tarihinde Cumhuriyet Savcısı tarafından tanık sıfatıyla alınan ifadesinde, 7/3/2002 tarihli rapor altında bulunan imzanın kendisine ait olduğunu, başvurucuyu hatırladığını, şahsın elbiselerinden tecrit ederek muayene ettiğini, sırtına ve göğsüne baktığını, herhangi bir “şiddet arazı” veya ekimoza rastlamadığını ayrıca şahsa herhangi bir şikâyeti olup olmadığını sorduğunu, sağ tarafının kaburgalarının alt kısmını göstererek ağrıdığını söylediğini, gösterdiği yerde herhangi bir darp cebir izi tespit etmediğini, safra kesesinden kaynaklanabileceğini düşündüğünü ve raporu bu şekilde düzenlendiğini beyan etmiştir.

  7. Başvurucunun cezaevine fiilen kabulünden önce Mardin (E) Tipi Kapalı Cezaevi Müdürlüğünün 7/3/2002 tarihli talebi üzerine Mardin Devlet Hastanesi Tabipliğince aynı gün saat 15.50 itibarıyla düzenlenmiş olan muayene raporunda ise “sol koltuk altında iç kısımda dirseğe kadar yaygın ekimozlar, sağ koltuk altında aynı şekilde ekimozlar, her iki ayak tabanında ödem ve hassasiyet” mevcut olduğu tespit edilmiştir.

  8. Raporlar arası çelişkinin nedeni, 7/3/2002 tarihli gözaltı çıkış raporunu düzenleyen doktora sorulduğunda kendi düzenlediği raporun doğru olduğunu, muayene ettiği sırada şahısta herhangi bir darp cebir izi bulunmadığını, daha sonra olmuş ise de bu konuda bir bilgisinin bulunmadığını ifade etmiştir.

  9. Ayrıca aynı gün düzenlenen ikinci rapordaki tıbbi bulguların ilk raporda yer almaması, ilgili doktorun görevini ihmal ettiği şüphesini uyandıran bir durum ise de anılan doktor hakkında herhangi bir adli veya idari soruşturma yürütüldüğüne dair herhangi bir belge veya bilgiye ulaşılamamıştır.

  10. İşkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekir. Tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde başvurucunun gözaltına alındığı 5/3/2002 tarihinde başlayan soruşturma ve sonrasındaki yargılamaların hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karara karşı itirazın reddedildiği 26/3/2013 tarihinde sonuçlandığı görülmüştür. Böylece yargılama sürecinin 11 yıl 21 gün sürdüğü tespit edilmiştir. Dolayısıyla Derece Mahkemeleri önündeki yargılamanın, makul bir ihtimam gösterilerek gerekli olan süratle sonuçlandırıldığını söylemek mümkün değildir.

  11. Makul kabul edilemeyecek derecede uzun süren bir yargılama sonucunda faillere, tespit edilen eylemleri ile orantılı olduğu söylenemeyecek bir ceza (10 ay hapis) verilmesi ve üstelik buna ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile bu caydırıcılıktan uzak sonucun ortaya çıkmasında etkisi olması kaçınılmaz olan süreçteki eksiklikler (bkz. § 152 vd.); soruşturmanın, eziyet fiillerinin önlenmesi ve faillerin cezalandırılması bakımından yeterli bir etki doğurmasını engellemiştir. Dahası işkence, eziyet ve kötü muamele eylemlerini gerçekleştirdikleri tespit edilen görevlilerle ilgili ulaşılan bu nihai sonuç, bu tür olaylara karışan kamu görevlerine müsamaha ile yaklaşıldığı izlenimini uyandırdığı ve dolayısıyla bu tür fiilleri gerçekleştirme temayülü olan görevlileri cesaretlendirebileceği gibi bireylerin bu kapsamda devlete ve adalet mekanizmalarına olan güvenlerini de zedeleyebileceği açıktır.

  12. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü, devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

  1. 30/3/2011 tarihli ve 6216 Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

  1. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu ihlal nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararlarının karşılanmasını talep etmiştir. Başvurucu, uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı bulunması gerekir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucunun maddi tazminat talebi reddedilmelidir.

  2. Başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması hakkına yönelik müdahale ve olay hakkında etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturması ve kovuşturması yürütülmemesi nedenleriyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya takdiren net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

  3. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

  1. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

        1. Başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

        2. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

        1. İhlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından başvurucuya net 30.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

        2. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

        3. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına

4/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan

Burhan ÜSTÜN

Üye

Serruh KALELİ

Üye

Nuri NECİPOĞLU

Üye

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üye

Rıdvan GÜLEÇ