Yüksek Seçim Kuruluna, 16/04/2017 tarihinde Halkoylamasının devamı sırasında ilçe seçim kurullarından bazı sandıklarda sandık kurulu mührü bulunmayan oy pusulası ile oy kullandırıldığı bilgisi şifahi olarak ulaşmış, ayrıca AK Parti Yüksek Seçim Kurulu Temsilcisi Recep ÖZEL, aynı konuda, Kurul Başkanlığına 16/04/2017 tarihinde dilekçe ile başvurmuştur. Yüksek Seçim Kurulu, aynı gün “mühürsüz oy pusulalarının geçerli olduğu” yönünde karar vermiştir. YSK, kararında Anayasa’nın 67. Maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 1. Protokolün 3. Maddesindeki “serbest seçim hakkına” dayanmıştır. Bu karar üzerine YSK kararına karşı Anayasa Mahkemesine, Danıştaya, ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) veya BM İnsan Hakları Komitesine (İHK), bireysel başvuru yapılıp yapılamayacağı tartışılmaya başlanmıştır. Bu yazıda, YSK kararlarına karşı bireysel başvuru yapılıp yapılamayacağı değerlendirilecektir.

1. YSK Kararının Gerekçesi

Yüksek Seçim Kurulu 560 sayılı Kararında,  Anayasa’nın 67. maddesine atıf yaparak, referandumların serbest seçim hakkı içinde olduğunu, seçimlerin yargı gözetim ve denetimi altında yapılmasının bir anayasal ilke olduğunu, Anayasa’nın 79. maddesi gereğince, bu konuda yetkinin YSK’ya ait olduğunu ve YSK kararlarına karşı başka bir mercie başvuru yapılamayacağını ifade etmektedir. Daha sonra, Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrasında, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmüne atıf yaparak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1. Protokolün 3. maddesinde de serbest seçim hakkının düzenlendiğini, bu Protokol hükmünün kanunlarla çatışması halinde öncelikle uygulanması gerektiğine işaret etmektedir.

YSK kararına esas olmak üzere, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun gereğince, içine oy pusulası konulacak olan zarfların ve oy pusulalarının üzerinde “Türkiye Cumhuriyeti Yüksek Seçim Kurulu” filigranı bulunmak zorunda olduğunu, sandık kurulu başkanı tarafından zarfların ve oy pusulalarının mühürlenmesi işleminin yasal bir gereklilik olduğunu, 101. maddesinin birinci fıkrasının 3. numaralı bendinde; “Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan, … birleşik oy pusulaları geçerli değildir.” hükmünün yer aldığını not etmektedir. Bu yasal düzenlemelerin uygulanması amacı ile hazırlanan ve 14/02/2017 tarihli, 29979 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Yüksek Seçim Kurulunun 14/02/2017 tarihli ve 2017/97 sayılı kararı ile kabul edilen “Sandık Kurullarının Oluşumu, Görev ve Yetkilerini Gösterir 135/I sayılı Genelge”nin 43/c maddesinde de aynı uygulama kabul edilmiş ve arkasında sandık kurulu mührü olmayan birleşik oy pusulalarının geçerli olmayacağı belirtilmiştir.

İç hukukta konuya ilişkin düzenlemeleri saydıktan sonra, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 1 No.lu Protokolün 3. maddesi ile güvence altına alınan serbest seçim hakkına ilişkin şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

Ek 1 Protokol 3. madde, sadece milletvekili seçimine ilişkin seçme hakkını düzenlemekle birlikte özü itibariyle serbest seçim hakkını önemsemekte ve koruma altına almaktadır. Zira söz konusu hak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre “gerçekten demokratik siyasal bir rejimin temel ilkelerinden biridir”. Mahkeme “aktif” ve “pasif” seçim hakkı, yani seçime oy kullanarak katılma hakkı ile seçimlerde aday olma hakkı arasında ayrıma gitmektedir. “Pasif” seçim hakları, oy kullanarak katılma hakkı olan “aktif” haklara göre daha az korunmaktadır. Oy kullanma hakkı, kişinin devlet yönetimine katılmasını sağlayan haklardandır. Bu nedenle, öğretide oy kullanma hakkı “katılma hakkı” olarak kabul edilmektedir”.

Bu değerlendirmede YSK, “aktif katılma hakkı” olarak referandumda oy kullanma hakkının serbest seçim hakkının koruma alanına girdiğini ortaya koymaya çalışmaktadır. YSK’nın bu tespiti doğru olmakla birlikte, bunu gerekçelendirmek için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne atıf yapması yerinde değildir. YSK, Ek 1. Nolu Protokolün 3. Maddesinin, “sadece milletvekili seçimine ilişkin seçme hakkını düzenlemekte” olduğunu bilmektedir. Ancak, serbest seçim hakkının özünde, referandumlarda kullanılan oy hakkının da olduğunu işaret etmektedir. YSK, Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 25. Maddesine atıf yapması daha doğru olurdu. Maddenin b Fıkrasında, “Seçmenlerin iradelerini serbestçe ifade etmeleri güvence altına alan, gizli olarak oy verildiği, genel ve eşit oya dayanan ve belirli aralıklarla yapılan dürüst seçimlerde oy kullanma ve seçilme” hakkı düzenlenmektedir. Sözleşme organı olan BM İnsan Hakları Komitesi’nin 25. Maddeye ilişkin 25 (57) sayılı Genel Yorumu’nda[1], oy verme hakkının “seçimler ve referandumu” kapsadığı kabul edilmektedir.

YSK’nın referandumda oy verme hakkının serbest seçim hakkı kapsamında olduğunu ortaya koymak için uluslararası sözleşmelere atıf yapması gerekli değildir. Çünkü Anayasamızın 67. maddesinde açık bir şekilde referandumlarda oy kullanma hakkının serbest seçim hakkı kapsamında olduğu kabul edilmektedir. Maddenin Birinci fıkrasında; “Vatandaşlar, kanunda gösterilen şartlara uygun olarak seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette bulunma ve halkoylamasına katılma hakkına sahiptir”. Dolayısıyla, halk oylamasına katılma hakkının Anayasada ve Türkiye’nin taraf olduğu BM Medeni ve Siyasal Hakları Sözleşmesi’nde tanınmış bir hak olduğu konusunda bir tartışma yoktur.

YSK’nın Anayasa’nın 67. ve AİHS’nin Ek 1. Protokolün 3. Maddesine atıf yapmaktaki amacı, 298 sayılı Kanun’un 101. Maddesinde yer alan açık yasal düzenlemeyi, somut olay bağlamında “ihmal” ederek, doğrudan Anayasa ve Sözleşme hükümlerine göre karar verdiğini ispatlamak içindir. YSK bu argümanını desteklemek için şu açıklamalarda bulunmaktadır:

Anayasa ve Uluslararası Sözleşmeler ile koruma altına alınan temel bir hakkın kullanılması sırasında uyulması gereken kurallara aykırı davranılması halinde, somut olayla ilgili olarak yapılacak olan değerlendirmede; hakkın özünün korunması ve normun yorumunun, gerçekleşmesi beklenilen amaçla uyumlu olması gerekir. Asıl olan temel bir hakkın korunması olup, hakkın kullanılmasına ilişkin belirlenen usul kuralları hakkın güvenli bir şekilde kullanılmasını temin eden araç niteliğindedir. Bireye tanınan hakkın güvenli şekilde kullanıldığının tespit edildiği hallerde, hakkın kullanılmasının korunmasına yönelik bir araç olan usul hükümlerinden birine aykırılığın, hakkın özünü ortadan kaldıracak şekilde yorumlanması mümkün değildir”.

YSK bu değerlendirmesinde, 298 sayılı Kanun’un 101. maddesinin birinci fıkrasının 3. numaralı bendinde; “Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan, … birleşik oy pusulaları geçerli değildir.” Şeklindeki “usul hükmünün”, Anayasa’nın 67. maddesinin 1. Fıkrasında yer alan referanduma katılma hakkının özüne dokunan bir sınırlama kabul ederek, bu hükmü uygulamaktan kaçındığını ifade etmektedir. Bu yorum, anayasaya aykırı kanunun “ihmal” edilerek, doğrudan konuyu düzenleyen Anayasa hükmünün uygulanması anlamına gelir. Ancak, Türk Hukukunda, mahkemelerin ya da idarenin “ihmal tekniği” uygulayarak, anayasa hükümlerini doğrudan uygulama yetkisi bulunmamaktadır. Kanunların Anayasaya uygunluğunu inceleme ve iptal yetkisi Anayasa Mahkemesine verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerinin düzenlendiği 148. maddenin 1. fıkrasına göre, “Anayasa Mahkemesi, kanunların, … Anayasaya şekil ve esas bakımından uygulanmasını denetler”. Herhangi bir davada, olaya uygulanacak kanunun Anayasaya aykırılığı gündeme geldiğinde, Anayasa’nın 152. Maddesi kapsamında “itiraz davası” açılması gerekir. Maddenin 1. Fıkrasına göre, “Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır”. Dolayısıyla, bizim sistemimizde, somut olayda uygulanacak kuralın anayasaya aykırı görülmesi halinde, mahkemeler kanunu ihmal ederek, kendileri doğrudan anayasa hükümlerini uygulayamaz. Somut olayda “ihmal tekniği” kullanılabilmesi için, ilgili normun açıkça Anayasa ile çatışması ve anayasaya aykırılığının ileri sürülememesi gerekir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, “Geçici 15. Maddenin Anayasaya aykırılığının” ileri sürülemediği dönemlerde, ihmal tekniği kullanarak, “Siyasi Partiler Kanununun” Anayasaya aykırı hükümlerini ihmal ederek, doğrudan Anayasa hükümlerini uygulamıştır.

Anayasa Mahkemesi’ne göre, “Anayasa yargısında bir yasa kuralının ihmal edilebilmesi için aynı konuyu düzenleyen ve birbiriyle çelişen bir yasa ile Anayasa kuralının bulunması ve yasa kuralının iptal edilebilir nitelikte olması gerekir”[2]. Anayasa kuralının, “açık ve doğrudan uygulanabilir” nitelikte olması gerekir. Bu durumda ne Anayasa’nın 67. Maddesinde ne de uluslararası sözleşmede, referandumda oyların geçersizliğine ilişkin açık ve olaya doğrudan uygulanabilir bir hüküm bulunmamaktadır. 298 sayılı Seçim Kanunun 101. maddesi, oy hakkının kullanımına ilişkin bir düzenleme getirmektedir. Bu düzenlemenin hakkın özüne dokunacak nitelikle bir sınırlama olduğu düşünülmesi halinde, YSK’nın konuyu “itiraz davası” yoluyla Anayasa Mahkemesi önüne götürmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi, 101. Maddenin ilgili hükmünü iptal etmedikçe, YSK bu hükmü uygulamak zorundadır. Anayasa Mahkemesi tarafından iptali mümkün olan bir kanun hükmünün, ihmal edilerek uygulanmaması, hukuk sistemimize uygun değildir. Dolayısıyla, YSK’nın Anayasanın 67. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek. 1. Protokolün 3. maddesine dayanarak, 298 sayılı Kanunun 101. maddesinin ilgili hükmünü ihmal etmesi, hukuken doğru bir yorum değildir.

2. Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru

Anayasa Mahkemesine YSK kararına karşı bireysel başvuru yapılamaz. Yapılacak bir başvuru “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle reddedilecektir. Konu bakımından red sebebi, “referandumun” AİHS kapsamında korunmadığı ve YSK kararlarına karşı başka bir mercie başvurulamaz şeklindeki hükümlere dayanacaktır.

Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasına göre, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”.  6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre de “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”

Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için YSK tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme’nin “ortak koruma alanı” kapsamında olması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18). Anayasa Mahkemesi, serbest seçim hakkı yönünden Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanının “yasama organı” seçimleri ile sınırlı olduğuna karar vermiş ve bunun dışındaki seçimlere ilişkin başvuruları “konu bakımından” yetkisi dışında görmüştür (bkz. Nejdet Atalay, B. No: 2014/184, 16/7/2014; Mansur Yavaş ve Cumhuriyet Halk Partisi, B. No: 2014/5425, 23/7/2014; Mustafa Ekici, B. No: 2014/13675, 8/9/2014; Ahmet Çalışkan, B. No: 2014/11717, 4/11/2014). Dolayısıyla referandum kapsamında yapılacak başvurular “yasama organı” seçimlerine ilişkin olmadığından Anayasa Mahkemesinin yetkisi kapsamında değildir.

Bireysel başvurunun önündeki ikinci engel, YSK kararlarına karşı başka bir merciye başvuru yapılamayacağı yönündeki Anayasa’nın 79. maddesidir. Anayasa’nın 79. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

Seçimler, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır. Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzluklar, şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçimi tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulunundur. Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.”

6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasına göre de “Yasama işlemleri ile düzenleyici idari işlemler aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvurunun konusu olamaz.”

Anılan düzenlemeler gereğince, Anayasa’nın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemlerin bireysel başvuru konusu olamayacağı açıktır. Anayasa Mahkemesi Anayasa’nın 79. maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesindeki “başka bir mercie başvurulamaz” hükmünün ne anlama geldiğine ilişkin şu içtihadı geliştirmiştir:

Anayasa’nın 67. ve 79. maddelerinde seçimlerin yargı organlarının yönetim ve denetimi altında yapılacağı belirtilmiş ve 79. maddede, anılan ifadenin hemen ardından gelen fıkrada bu yönetim ve denetimle görevli organın YSK olduğu düzenlenmiştir. Anayasa’nın 79. maddesinin gerekçesinde ise “…Yüksek Seçim Kurulu kararlarının kesinliği ve bunlara uyulması tereddütlere yol açtığından bu maddeye Yüksek Seçim Kurulu kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamayacağı esası getirilmiştir.” denilmiştir. Gerekçeden de anlaşılacağı üzere Anayasa koyucu, YSK kararlarının kesin olmasını ve bu kararlar aleyhine başka merci ve kanun yollarına başvurulmamasını öngörmüştür… Bu konunun aydınlatılmasında Anayasa’nın anılan hükmünde geçen “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.” ve 298 sayılı Kanun’un 132. maddesinde geçen “Kurulun kararı kesindir. Aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz.” ibarelerinin ne anlam ifade ettiğine bakılmalıdır. Anılan hükümlerde yer alan “merci” ifadesiyle başvurulacak idari ve yargısal tüm yer veya makamların kastedildiği anlaşılmaktadır ve Anayasa Mahkemesi de buna dâhildir. Buna göre anılan hükümler karşısında YSK kararlarının Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuruya konu olması mümkün değildir”.

Dolayısıyla referandum sonucuna ilişkin YSK kararının bireysel başvuruya konu edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle YSK kararına karşı Anayasa Mahkemesine yapılacak başvurular Anayasa’nın idari ve yargısal denetim dışında bıraktığı bir işleme karşı yapıldığı gerekçesiyle “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilecektir. Kararda da görüldüğü gibi Anayasa Mahkemesi “hiçbir mercie başvurulamaz” ifadesini “idari ve yargısal tüm yer veya makamların kastedildiği” şeklinde yorumlamıştır. Bu nedenle YSK kararlarına karşı Danıştay’a da başvuru yapmak mümkün değildir.  

3. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapabilmek için iç hukuk yollarının tüketilmesi gerekir. Yüksek Seçim Kurulu kararları kesin olduğundan, bu kararların kesinleştiği tarihten itibaren 6 ay içinde AİHM bireysel başvuru yapmak mümkündür. Ancak, AİHM’ne sadece Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’nin taraf olduğu Ek Protokol kapsamında olan hak ve hürriyetlere yönelik başvuru mümkündür. Serbest seçim hakkı, Sözleşmeye Ek 1. Protokolün 3. Maddesinde düzenlenmektedir. Bu maddeye göre, “Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde makul aralıklarla gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler”. Maddenin yorumlanmasına AİHM’nin yerleşik içtihadı, Sözleşme kapsamında serbest seçim hakkının sadece “yasama organı seçimleri” bakımından uygulanabileceği yönündedir. Bu nedenle, yerel seçimler ya da referandumlar için başvuru kabul edilmemektedir.

AİHM, daha önce Türkiye’den gelen yerel seçimler kapsamında yapılan başvurularda, yerel seçimlerin Sözleşme kapsamında koruma altına alınmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Nitekim Mansur Yavaş, 30 Mart 2014 tarihinde Türkiye’de gerçekleştirilen belediye seçimlerine Cumhuriyet Halk Partisinden (“CHP”) Ankara Büyükşehir Belediye başkanı adayı olarak katılmış ve seçimi kaybetmiştir. CHP, 6 Nisan 2014 tarihinde, YSK’ya seçim sonuçlarıyla ilgili itirazda bulunmuş ve seçimde meydana gelen çelişkiler nedeniyle ve hile yapıldığı iddiasıyla oyların yeniden sayılmasını talep etmiştir. YSK, 9 Nisan 2014 tarihinde söz konusu şikâyetleri reddetmiştir. CHP’nin itirazları arasında, “Toplam 12,234 adet seçim sandığından genelde AKP adayının birinci çıktığı 2,098 sandığa ilişkin yazılı kayıtlarda her belgenin kendisine özgü seri numarası ile birlikte resmi mühürlerin bulunmaması” da yer almaktadır. 12 Haziran 2014 tarihinde, Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunmuş, Anayasa Mahkemesi’nin bu başvuruyu 23 Temmuz 2014 tarihinde konu bakımından yetkisizlik nedeniyle reddetmesi üzerine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine 1 Nisan 2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. AİHM, 30 Ağustos 2016 tarihinde verdiği kararda, öncelikle “adil yargılanma hakkı” yönünden yapılan itirazı incelemiştir.

Başvuruda; “seçimlerde yapılan hileye ve seçim sürecindeki usulsüzlüklere ilişkin şikâyetlerinin, seçim kurulu ve Anayasa Mahkemesi tarafından usulünce incelenmemesinden” dolayı, Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddia edilmiştir. AİHM bu iddiayı şu gerekçe ile reddetmiştir:

Mahkeme, şikâyetlerin incelendiği yasal işlemlerin, Ankara’da gerçekleştirilen belediye seçimlerinin geçerliliğine ve başvuranın belediye başkanı olma hakkına ilişkin olduğunu gözlemler. Bu tür yasal işlemler, Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında olan medeni haklara değil siyasi haklara ilişkin bir anlaşmazlıkla ilgilidir (bk., milletvekili seçimleri bağlamında, Pierre-Bloch v. Fransa, 21 Ekim 1997, § 50, Kararlar ve Hükümler Derlemesi 1997 VI; yerel seçimler bağlamında bk. Cherepkov / Rusya (kk.), no. 51501/99, ECHR 2000 I; ve hem milletvekili hem de belediye seçimleri bağlamında bk. Valentin Gorizdra / Moldovya, başvuru no. 53180/99, 2 Temmuz 2002). Bu nedenle, Sözleşme’nin 6. maddesi, şikâyet konusu olan yasal işlemlere uygulanmaz”[3].

Mansur Yavaş başvurusunda ikin olarak,  Anayasa Mahkemesinin, Anayasa’nın 67. maddesinde geçen “seçimler” ibaresini dar şekilde yorumladığı ve yerel seçimleri dahil etmeyerek, 2014 belediye seçimlerine ilişkin şikâyetini kabul edilemez olarak nitelendirdiği gerekçesiyle, Sözleşme’nin 6 ve 53. maddesi kapsamında kalan haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. AİHM, bu iddiayı da şu gerekçe ile reddetmiştir:

1 No’lu Protokolün 3. maddesi, kişilerin serbest seçimler aracılığıyla yasama organını seçme hakkını koruma altına almaktadır (bk. Booth-Clibborn ve Diğerleri / Birleşik Krallık, başvuru no. 11391/85, 5 Temmuz 1985 tarihli Komisyon kararı, Kararlar ve Hükümler 43, s. 236). “Yasama organı” ibaresinin, sadece ulusal meclis anlamına gelmesi gerekmez. Bu ibarenin, ilgili Devletin anayasal yapısının ışığında yorumlanması gereklidir (bk. Mathieu-Mohin ve Clerfayt / Belçika, 2 Mart 1987, § 53, Seri A no. 113, ve Matthews / Birleşik Krallık [BD], no. 24833/94, § 40, AİHM 1999-I). Mahkemenin yerleşik içtihadına göre, ilgili ülkede yasama organının bir bölümünü teşkil etmeyen birimlere ilişkin belediye seçimleri 1 No’lu Protokolün 3. maddesinin kapsamına dâhil değildir (X. / Birleşik Krallık, no. 5155/71, 12 Temmuz 1976 tarihli Komisyon kararı, Derlemeler 6, s. 13; yukarıda anılan Cherepkov kararı; Malarde / Fransa (kk.), no. 46813/99, 5 Eylül 2000; Salleras Llinares / İspanya (kk.), no. 52226/99, AİHM 2000-XI; yukarıda anılan Valentin Gorizdra kararı; Santoro / İtalya, başvuru no. 36681/97, 16 Ocak 2003; ve Mółka / Polonya (kk.), no. 56550/00, AİHM 2006 IV). Mahkeme; bu nedenle, belediyelerin Türkiye’nin yasama organının bir bölümü olarak kabul edilip edilmediğini tespit etmelidir. Bu bağlamda, Mahkeme, 24 Haziran 2014 tarihli 4692/09 başvuru numaralı Uçar ve diğerleri / Türkiye kararında,  şu hususları belirttiğini dile getirir: … Türkiye Anayasası, yasama yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisine, yani Parlamentoya vermiştir (bk. Anayasa’nın 7. maddesi). Ayrıca Türkiye’deki belediyeler, yerel hizmetlerin düzenlenmesi ve teminine ilişkin idari nitelikteki yetkileri elinde bulundurur… Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası anlamı dâhilinde yasama yetkisini kullanmazlar. Bu nedenle Mahkeme; belediyelerin, Türkiye’nin yasama organlarının bir bölümünü teşkil etmediği sonucuna varmıştır”. Mahkeme, başvuranın 30 Mart 2014 tarihinde yapılan belediye seçimlerinden şikâyetçi olduğunu dikkate alır. Yukarıdaki davada varılan sonuç ışığında, Türkiye’de belediyelerin ve belediye başkanlarının, yasama yetkisini kullanmadıkları ve bu nedenle Ek 1 No’lu Protokolün 3. maddesi anlamı dâhilinde “yasama organının” bir parçası olmadığı aşikârdır. Bu doğrultuda, bu görevler için yapılan seçimler, Ek 1 No’lu Protokolün 3. maddesi kapsamına dâhil değildir”.

Kararda da görüldüğü gibi AİHM, Ek 1 No’lu Protokolün 3. Maddesinde yer  alan serbest seçim hakkının sadece “yasama organı seçimlerini” kapsadığını, ancak federal ya da bölgeli devletlerde yerel parlamentoların yasa çıkarma yetkisine sahip olması halinde yerel parlamento seçimlerini de kapsayacağını, bunun dışında belediye seçimlerini kapsamadığını açıkça ortaya koymuştur. Anayasa değişikliği kapsamında yapılan referandumların bir yasama organı seçimi olmadığı çok açıktır. Bu nedenle referandum sonuçlarına ilişkin AİHM’ye bireysel başvuru yapılması halinde yine “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilmeyeceği açıktır.

4. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’ne Bireysel Başvuru

Türkiye’de çok bilinmeyen ancak, Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Hakları Sözleşmesi, kapsamında da “bireysel başvuru” yapmak mümkündür. Bireysel başvuru, Sözleşme’nin ana metninde değil, Sözleşme ile aynı tarihte imza ve onaylanan “Medeni ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesine Seçmeli Protokol” ile düzenlenmiştir. Seçmeli Protokol BM Genel Kurulunun 16 Aralık 1966 tarih ve 2200 A (XXI) sayılı kararı ile kabul edilmiş, 10 onay koşulunun gerçekleşmesi ile 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye Seçmeli Protokolü 3 Şubat 2004 tarihinde imzalamış ve 24.11.2006 tarihi itibariyle onaylamıştır[4]. Yukarıda incelendiği gibi Sözleşme’nin 24. Maddesinde, serbest seçim hakkı referandumları da kapsayacak şekilde düzenlenmektedir. Bu nedenle, referandumlar için BM İnsan Hakları Komitesine bireysel başvuru yapılabilir.

Seçmeli Protokolün Başlangıç bölümüne göre, İnsan Hakları Komitesine, Sözleşmede yer alan hakların ihlalinden mağdur olduğunu ihlal eden bireylerden gelen şikayetleri alma ve kabul etme yetkisi tanınmıştır. İnsan Hakları Komitesi’ne bireysel başvuruyu sadece, Sözleşmede yer alan haklardan birinin ihlal edilmesinden mağdur olan “bireylere” tanınmıştır. Bu nedenle, AİHM’den farklı olarak, sivil toplum örgütleri ya da siyasi partiler, tüzel kişilikleri adına başvuru yapamaz. Ayrıca aynı konuda başka bir uluslararası soruşturma veya çözüm usulüne başvurulmamış olması gerekir (Seç.Prt.md. 5/2-a). Dolayısıyla, aynı konuda AİHM’ye başvuru yapılmış ve red kararı alınmış ise, İnsan Hakları Komitesi’ne başvuru yapılamaz. Başvurular, BM Genel Sekreteri aracılığıyla Komiteye sunulur. Komitenin bireysel başvuru niteliğinde verdiği kararlar “genel gözlemler” niteliğindedir. Dolayısıyla Komite’nin “gözlem” niteliğinde verdiği kararlar bağlayıcı değildir. Komite Sözleşmenin ihlali yönünde karar vermesi durumunda, devletin alması gereken bireysel ve genel önlemleri belirtebilmektedir. Komite kararında, bir tazminat ödenmesi, bir yasanın değiştirilmesi yada kaldırılmasını, tutuklu bir kişinin serbest bırakılması gibi “tavsiyelerde” bulunabilir.

Görüldüğü gibi, BM İnsan Hakları Komitesi’ne başvuru yapmak mümkün ise de, Komite’nin vereceği karar, alınacak önlemlere ilişkin tavsiye niteliğinde olacaktır. Bu nedenle, seçimin iptali ya da tekrarı gibi hukuki sonuç doğuracak bağlayıcı karar alma yetkisi yoktur.

Sonuç

Referandum sonuçları üzerinde, YSK’nın 560 sayılı kararında, 298 sayılı Kanunun 101. Maddesinde açık ve ayrıntılı bir şekilde düzenlendiği gibi “arkası mühürsüz oy pusulalarının geçersiz sayılması” gerektiği yönündeki kanun hükmünü “ihmal ederek”, olaya Anayasa’nın 67. ve AİHS’nin Ek 1. Protokol 3. Maddesi hükümlerinden hareketle, açık bir hüküm içermeyen bu maddelere dayanması, “hukuki yorum yöntemleri” bakımından doğru değildir. Aynı şekilde, YSK’nin kararlarına karşı “başka bir mercie başvurulamaz” şeklinde açık bir anayasal hüküm varken ve Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda daha önce verdiği kararlar bulunurken, konuyu tekrar Anayasa Mahkemesi’ne götürmek, doğru bir yöntem olarak kabul edilemez. Benzer şekilde, AİHM, Ek 1. Protokolün 3. Maddesine kapsamına sadece “yasama seçimleri” girdiğini daha önce Türkiye’den gelen başvurular üzerine incelemiş ve karara bağlamışken, konuyu yeniden AİHM’ye götürmek ve bir sonuç almak mümkün değildir. Geriye sadece, BM İnsan Hakları Komitesi’ne bireysel başvuru yapmak kalmaktadır. Bu başvuruyu partiler değil, mağdur olduğunu ileri süren ve iç hukuk yollarını tükettiğini ispat eden bireyler yapabilir. Bu başvuru teknik olarak mümkün olmakla birlikte, İnsan Hakları Komitesi’nin kararları tavsiye niteliğinde olduğundan, ihlal yönünde karar çıksa bile, bu YSK kararını ortadan kaldırmayacağı gibi seçimlerin tekrarlanmasını sağlaması da mümkün değildir.

[1] Human Rıghts Commıttee, General Comment No. 25 (57), CCPR/C/21/Rev.1/Add.7 27 August 1996, p.10.

[2] AYM, E. 1992/1 (siyasi parti kapatma), K. 1993/1, KT. 14.7.1993.

[3] AİHM, Mansur Yavaş/Türkiye, Başvuru no. 16576/15, p.12-13.

[4] Seçmeli Protokolün imza ve onaylayan devletler için güncel bilgiler hakkında bk. http://www.ohchr.org/english/countries/ratification/5.htm, (Erişim: 23.04.2017).

  • Bu yazı Kanun-i Esasi sitesinde yayımlanmıştır (23.04.2017)