Giriş

Ercan Kanar’ın Avukat İnisiyatifi Metni’ni [1]eleştiren yazısını biraz hayret biraz da buruk bir halde okudum.https://www.hukukpolitik.com.tr/2019/04/22/avukat-inisiyatifinin-bildirgesi-problemlidir/ Önce kolay olandan başlayayım. Ercan Kanar mesleğe başladığım ilk günden beri tanıdığım; üslubunu, tarzını benimsemesem, görüşlerinin bir kısmına katılmasam bile genel hatlarıyla aynı fikri dünyada yer aldığımı düşündüğüm, yaklaşık 35 yılı aşan hukuk pratiğine, mücadelesine, emeğine hep saygı duyduğum, kendi içinde tutarlı biri olarak gördüğüm arkadaşım. Onu, farklı bakış açısıyla hep bir zenginlik kaynağı olarak gördüm. Doğal olarak içinde yer aldığım Avukat İnisiyatifi’nin açıklamasını eleştireceğini öğrendiğimde bunu heyecanla karşıladım. Ama karşıma çıkan eleştiriyi okurken hayrete düştüm. Ercan kime yazmış bu eleştiriyi diye? Artık olgun muhalif kimliğiyle üstelik arkadaşlarının yer aldığı Avukatlık İnisiyatifi’nin Metni’ni eleştirme üslubunda özenli bir tarz beklemeyi doğal[2] bir hak olarak görmemi yadırgamamalı Ercan.

Şimdi zor olan kısma geliyorum. Zorluk, eleştiriye cevap vermekten değil; “Metin’de bulunmayanlardan kaynaklanan hayali eleştirilere nasıl cevap verileceğini bilmemekten”; “Suçlama ve yerli yersiz kullanılan terimlerden örülü dile karşı hangi dil kullanılabileceği konusundaki tecrübesizliğimden” kaynaklanıyor “Kendisinin mutlak doğruyu açıkladığına inanan bir eleştirmenin, merkezinde yer almadığı her hareketi dışlayan” eleştirdiği metnin içinde hiçbir “olumlu değer” bulmayan bir eleştiriye cevap vermek gerçekten zor.

Sahi, Ercan Kanar, eleştirdiği Metin’de tek bir olumlu ifade görmemiş midir? Peki hak ve özgürlükler alanında bir şey yapma arzusuyla bir araya gelen arkadaşlarının çabasının da mı hiç önemi yoktur?

Eleştiriye karşı eleştirimi Metin’in hazırlanmasına katkıda bulunan biri olarak değil; Avukat İnisiyatifi’nde yer alan bir avukatın metni yeniden okumasının izlenimleriyle yapacağım. Yer yer hazırlanmasına hâkim olan ruh halini de aktaracağım.

Karşı eleştirimi iki kısımda sunmaya çalışacağım. İlkini, eleştirinin üslubu, eleştirenin kendini “özne” olarak koyduğu konum, kullandığı dil, eleştirinin neye karşı yapıldığı vb. konularla sınırlayacağım. Eleştirinin maddi konusuna gelince ki, bu konu haliyle Ercan’ın metninde geçen bir iki kalıp cümleyle geçiştirilemeyecek boyutta. O konuya başka bir yazımda değineceğim. O yazıda “Hak ve Özgürlükler Mücadelesine ilişkin bir tartışma metni sunmaya çalışacağım.

Ercan Kanar ne diyor? Avukat İnisiyatifi açıklaması;

  • 200 yıl geride kalmış tabii haklar, doğal hukuk yaklaşımının gölgesindedir.
  • Açıklama ekonomizm kokmaktadır. ÖDAV dışında her grup buna imza atabilir.
  • Barolar iktidarla uyum içindedir.
  • TBB’nin iktidara teslim olması eleştirilmemektedir.
  • Bildirge, klasik, liberal, burjuva hukuk anlayışıyla örtüşmektedir.

Peki Ercan bunları nasıl tespit etmektedir? İlk tespiti için, “insanların doğuştan sahip olduğu haklar” ifadesi varmış bildirgede, ona dayanıyormuş! Avukat İnisiyatifi açıklaması insan hakları sözleşmelerine çok önem atfediyormuş… Bu da sorunluymuş.
Diğer dört eleştirisi ise Metin’de istediği açıklamaları görememesine dayanıyor.  Ercan’ın öngördüğü açıklamalar onun istediği biçimde yer almalıymış!

Avukat İnisiyatifi’nin Yola Çıkarken Başlıklı Açıklaması

Bu tür açıklamalar, metinler bir kişi tarafından hazırlanmaz çoğu zaman. Bir taslak hazırlanır üzerinde tartışılır, haliyle bazı cümleler çıkar, bazıları girer kollektif bir metne dönüşür. Bu sırada bütünlükte, sıralamada bozulmalar olabilir elbette. Avukatlık İnisiyatifi açıklamasının teorik temeli daha güzel bir şekilde ifade edilemez miydi? Elbette edilebilirdi, doğruyu açıklamanın sınırı yok…Ama eleştirinin bir sınırı var… Önce eleştirdiği şeyi iyi okumak…

Ben okuduğumda görüyorum ki, bu açıklama metni, bir siyasi hareketin manifestosu değildir. Ne öznesi, ne de hedefi “saf” siyasi özneler değildir. Öncelikle çevremizdeki avukatlara yönelik olarak hazırlanmıştır. Haliyle, hem İnisiyatifi oluşturan, hem de hitap ettiği avukatlar içinde liberal, sosyal demokrat, sosyalist, devrimci hatta demokrat muhafazakârlar da vardır veya olabilir. Olmalıdır da… Bir diğer deyişle metin tüm avukatlara yönelik bir ortak söylem, ortak payda peşindedir. Ercan yapısı ve amacı böyle olan bir İnisiyatifi, onun yola çıkış metnini nasıl oluyor da,  Metin’in amacına aykırı yorumluyor ve o amaç üzerine tek bir cümle söylemiyor!

Avukat İnisiyatifi Metni’ne kafa yoranlar, katkı da bulunanlar, avukatlar arasında ortak bir söylem geliştirmek, müşterek paydayı genişletmek amacıyla hareket etmişlerdir. Yani hitap edilen liberal, sosyal demokrat bir meslektaşımızın da paydaşı olabileceği müşterek bir dil arayışındadır. Öyle ifadelerde ortaklaşalım ki, herkes inandığı şey için mücadele etsin ve fakat o mücadele aynı zamanda müşterek mücadelenin de parçası olsun.

Siyasi Özne, Avukat, Farklı Dil

Ercan’ın kendine özgü bir üslubu vardır. Bu üsluba saygı duyarım ama ondan da meramını başka terimlerle anlatmayı tercih eden yöntemlere saygı duymasını beklerim.

İstanbul Barosu yönetimi bugün eğer beğenilmeyen bir ekibin elindeyse; (toplumsal siyasi gelişmelerin etkisini arka plana itersek) bu herkesin kendi doğrusunu söylemesi, birbirleriyle sadece pratik gereklilikler nedeniyle bir araya gelmesi, müşterek bir dil arayışına girmemesi ya da hâlâ 40 yıl öncesinin terimleriyle vaziyetin idare edilmesine, “araççı/faydacı” bir yöntemle hareket edilmesine, baro yönetiminin ele geçirilmesi için “ilkesiz” beraberliklerin peşinde koşulmasına bağlı değil midir? Kanar, Avukat İnisiyatifi’nin ortada duran hiç de iç açıcı olmayan bu manzaradan kurtulmak amacıyla ortaya çıktığını göremiyor mu?

Konuyu biraz daha somutlayayım. Her avukat topluluğunun varlık koordinatlarını soracağımız iki üç soruyla tespit edebiliriz. Siz kimsiniz? Neden şimdi çıkıyorsunuz ve kime hitap ediyorsunuz? İkinci sorunun cevabını üst paragrafta açıkladım.

Ben Metin’i okuduğumda, alt yapıyı, siyaseti, hukuk-avukat dünyasını anlamak için arka planda kaynak olarak gören ve fakat müşterek dil olarak saf siyasi dili değil de hukuk ideolojisi içinde muhalif dilini yaratmayı ön planda tutmaya çalışan bir ifade tarzı görüyorum. Kendini saf siyasi özne olarak görmeyenlerin bilinçli bir tercihi gibi duruyor… .

Ercan Kanar, kendini siyasi bir özne olarak görebilir, tercihini doğrudan, kendine özgü biçimde ifade edebilir. Ama bu tercihini, kendisi mutlak doğruymuş gibi lanse etmek için kullanması; “hukuk ideolojisi” içinde farklı bir hedef peşinde koşan avukatları ve onların hareketinin eksikliği için delilmiş gibi sunması ve eleştirmesi sorunlu bir yaklaşımdır.

Hukuk İdeolojisi-Karşı Dil

Hukuk, aynı zamanda devletin ideolojik (Althusser) baskı aygıtıdır. Sınıf savaşı hayatın her alanında sürdüğü gibi ideolojik alanda, ideolojik baskı aygıtları içinde de sürer. Egemen ideoloji burada da kendi hakimiyetini, hegemonyasını kurmaya çalışır. Emekçiler, ezilenler, yönetilenler, yoksunlar kendi mücadeleleririni “hukuk ideolojik baskı aygıtı” içinde de verirler. Muhalif avukatların, onların kurduğu grupların verdiği mücadele de burada anlamını bulur zaten. Bu nedenle önümüzde duran; egemen ideolojinin kırılması için müşterek karşı hukuk dili/karşı ideolojisine kurulmasında yer alma görevidir. Bu dilin yaratılması her hukuk terimi için karşı mücadeleyi gerektiriyor. Her ideoloji gibi karşıt ideolojiler de maddi pratikler içinde yaşar.

Ercan Kanar’a bugüne kadar gördüğüm en güzel hukuk üretimi tanımını yapan ifadeyi tekrar edeyim. Hukuk ideolojisi mücadelesi Bakır Çağlar Hoca’nın dediği gibi; “İnsan haklarının yeni ideolojisinin formülü, mağdurların hukuka ulaşmasını, hukuk barınağına girebilmelerini sağlama, hukuk tüketicilerini de hukuk üreticisi yapma, hukukun üretilmesine katılmalarını sağlama formülüdür, ”Mağdurlar için öngördüğümüz hukuk üretimi (karşı-ideoloji üretimi) çabasına biz avukatlar da “birbirimizi ayırmadan, suçlamadan” katılmak istiyoruz.

Bu amaç doğrultusunda avukatlarla birlikte bir şeyler yapabilmek, onlarla bir mücadele yaratmak istiyorsanız önce onlara değer vermek, bunun için de herşeyden önce biraraya gelmek ve müşterek pratikler üretmek gerekiyor. Avukatlara yüksek perdeden “doğruları dikte etmekten” değil, birlikte üretmekten bahsediyorum.

Avukat İnisiyatifi Metni’ni okuduğumda, İnisiyatif’te yer alanların öncelikle meslektaşlarıyla, hak ve özgürlükler alanında beraber çalışmayı, üretmeyi amaçladığını görüyorum. Kimsenin kimseyi kandırmaya çalışmadığı, “hak ve özgürlükler” mücadelesine inanmış; ister liberal, ister sosyal demokrat, sosyalist, devrimci herkesle hukuk alanında ‘karşı-ideolojik hukuk” nehrinin yatağını geliştirmenin gerekliliğine işaret ettiğini anlıyorum.

Geçmişte Türk solu işçi sınıfına dayanmıştır. Barodaki tüm gruplar, hareketli siyasi mücadele alanından beslenmiştir. Şimdi ise varlığını bile hissetmediğimiz işçi sınıfının(acaba bu da mı değişiyor?) kendi bilincinde olduğunun emaresi bile yoktur ortada; önceki döneme ilişkin işçi sınıfı mücadelesinin artçı dalgaları da bulunmamaktadır. “Siyasi alanda Kürt Halkı’nın siyasi mücadelesi ve kendi dilini bulamamış amorf bir muhalefet dışında” gerçek bir siyasi mücadele bulunmamaktadır.[3]O zaman Avukat İnisiyatifi müşterek mücadele çağrısının ideolojik temelini nasıl kuracaktır, böyle bir şey mümkün müdür?” diye sorulabilir. Yoksa bu İnisiyatif’te yer alan avukatların hüsnü kuruntusu mudur?  Ya da böyle bir görev sadece avukatlara mı aittir? Avukat İnisiyatifi Metni’nde, karşı hukuk ideolojisinin oluşturulmasının sadece hukukçulara, hukuka ait bir görev olmadığının altı çizilmekle birlikte diğer konularda yapılabilecek eleştirilerin haklılık payı olabilir. Yani siyaset olumsuz bir yana savrulmuşken, tüm dünyada yeni sağ politikalar güç kazanmışken böyle bir müşterek söylem/mücadele çabası boşuna oyalanmaktır denebilir belki…Aralarında karşıtlık bulunan ideolojilerden müşterek bir temel oluşmaz diye düşünülebilir belki…

Lakin, Gramsci ile birlikte sol literatüre giren “siyasi hegemonya” kavramı en azından böyle bir temelin üzerinde düşünmemizi gerektiriyor. Her alanda karşı karşıya gelen ideolojiler, kendi ideolojik ögelerini belirleyici hale getirmek, hegemonik üstünlük elde etmek için mücadele ederler. Siyasi düzeyde öngörülen bu mücadele tarzının, avukatların karşı-hukuk ideolojisi mücadelesinde benimsenmemesi için hiçbir neden yok… Bunun için öncelikle farklı görüşte olanların asgari ölçülerde bir araya gelmesi gerekiyor…

Eğer işçi sınıfı mücadelesi yoksa; ezilenler, yönetilenler kendi örgütlenmelerini gerçekleştirememişlerse zaten ciddi bir sorun vardır ortada. Barolardaki grupların çoğalması, yeni nesil avukatlarla temasın kopması vb. hep bundan kaynaklanmaktadır. Dışarıda siyaset yokluğu nedeniyle her grup kendini “bağımsız hukuk-yargı” öznesi gibi düşünebilmektedir. Öte yandan hukuk öyle bir hale gelmiştir ki, Ercan’ın önemsemediği “klasik, modern burjuva hukuku ilkeleri” bile ayaklar altındadır. Ercan’ın önemsemediği insan hak beyannamelerindeki haklar bile eriyip kaybolmaktadır. Böyle bir ortamda ortaya çıkıp; insan hakları sözleşmeleri, tabii hukuk önerileri, burjuva hukukunun, tabii hukukun, idealizmin getirdiği fasarya şeylerdir deyip önemsizleştirecek miyiz? Yoksa burjuva hukuku, liberal hukuk dediğiniz şeyin en az %50 si işçi sınıfı mücadelesiyle elde edilmiş haklardır deyip, o haklara hasis bir şekilde sahip mi çıkacağız?

Örneğin, hukuk güvenliği, aslında “mülkiyet sahiplerinin güvenliği”dir diyerek onu tehlikeli bir kavram olarak mı göreceğiz? Peki diyelim böyle yaptık, yerine ne diyeceğiz: “Öyle bir gün gelecek ki, hukuk güvenliğine ihtiyaç kalmayacak, hukuk, devlet sönümlenecek…”Peki ya şimdi? Sürekli elimizdeki şablonu tekrar edip durduk neye yarayacak bu? Geçiş süreci toplumlarında hukuk mücadelesi nasıl olacak? Nasıl yürütülecek?

Geçiş Toplumlarında Hukuk Mücadelesi

Bu konuya burada kısaca değinmek istiyorum. Burjuva toplumları tüm sınıflı toplumların bildiğimiz en üst aşaması olduğu için, burjuva hukuku sınıflı toplum hukukunun da en gelişmiş biçimidir. Yani mal (ve hizmet) mübadelesinin serbestçe yapılmasını, alt yapı ilişkilerini, hasılı üretim ilişkilerini güvence altına alma asli işlevidir. Bir diğer deyişle “hukuk/burjuva hukuku” mübadele toplumlarının, meta-para dönüşümlerinin yaşandığı toplumların ideolojisidir. Mübadele ilişkisi sürdüğü müddetçe burjuva hukuku var olacaktır. Sosyalist toplumlar da, komünal mülkiyet, devlet mülkiyeti, kooperatif mülkiyeti, bireysel mülkiyet gibi farklı mülkiyet biçimleri bir arada bulunduğu mübadele toplumlarıdır. Yani sosyalist toplumlarda da geçerli olan, geçirdiği/geçireceği değişikliklere rağmen burjuva hukukudur.[4]Burjuva toplumların mülkiyeti koruma, güçlendirme hedefi ile sosyalist toplumun üretim araçlarının mülkiyetini kamulaştırma, tüm mülkiyeti kamuya yayarak ortadan kaldırma amaçları birbirinden farklı görünse bile, her iki toplumdaki hukuk, burjuva hukukuna dayanır. Mübadele ilişkilerinin çeşitli biçimlerde varlığını sürdürmeye devam etmesindendir bu. Mülkiyet de varlığını çeşitli biçimlerde sürdürür. Ne zaman ki, mübadele ilişkileri sonar erer, burjuva hukuku/hukuk o zaman sona erer.

Ben bu iki toplumsal yapıdaki eşitlikçi-özgürlükçü hukuk mücadelesini tanımlamak ve ortak bir terimle anlatabilmek için “geçiş toplumları”[5] terimini ödünç alıyorum. Geçiş toplumları için geçerli olabilecek hukuk ideolojisi mücadelesinin “Hak ve özgürlüklerin genişlemesi/genişletilmesi” kavramı altında ifade edilebileceğini düşünüyorum.

Hukuk ideolojisi içinde cereyan edecek hegemonya mücadelesini, nihai noktada siyaset şekillendirse[6] de özgürlükçü hukuk anlayışı bu mücadele içinde kendi özel dilini, araçlarını oluşturabilir. Belki de öyle yapması gerekir…

Avukatları bir araya getirecek ifadelere ihtiyacımız olduğuna vurgu yapmak için söylüyorum. Özgürlükçü hukuku savunan avukatlar; liberaller, revizyonistler, şunlar, bunlar diye birbirlerini suçlamadan “hak ve özgürlüklerin genişletilmesi” şemsiyesi altında bir araya gelebilirler. Birbirlerini küçümseme, incitme tavırları yerine; beraberce hukuk politikası, kavramları geliştirmeye, müşterek bir dil yaratmaya, hukuki kazanımların korunmasına, o kavramların geliştirilmesine, boş burjuva kavramlarının içinin doldurulmasına kafa  yorabilirler.Avukat İnisiyatifi metnini okuduğumda ben bu yönde bir çaba olduğunu görüyorum. Yoksa en doğruyu/gerçeği ben/biz söylüyoruz, bize katılın yaklaşımının tek bir çiçeğin serpilmesine bile katkısı olduğu görülmemiştir yeryüzünde.

Ercan’ın Tabii Hukuk Eleştirisi

Ercan’ın üslubu, sorunlu bakışı nedeniyle yukarıdaki uzun girişi yapmak zorunda kaldım. Şimdi somut eleştirilere değinmek istiyorum. Ercan’ın ilk eleştirisi Metin’de doğuştan sahip olduğu haklar” ifadesinin kullanılması…Ercan Kanar, bu kelimeden yola çıkarak kendi arkadaşlarını Tabii Hukuk savunuculuğuyla suçlamakla kalmıyor, eleştirisinin bir sayfasını Tabii Hukuka ayırıyor. Sağ olsun, metinde yer alan “bir kelimeye eleştirisinin yarısını” ayırıyor. Doğuştan sahip olunduğu söylenen haklar nelermiş? ona ilişkin bir değinme yok… İddiasının Metin’in içindeki diğer delilleri nelerdir bir değerlendirme yok???  Ercan o Metni hazırlayanların sanki Tabii Hukukçu olacağına ilişkin peşin önyargı veya kesin bilgi sahibi. Gerisini okuma, anlama gereği bile duymamış. Bu doğru bir eleştiri tarzı mıdır? Kendi önkabullerini, varsayımlarını ve Tabii Hukukla ilgili açıklamalarını sunmaktadır! Metin’in bütününü anlama çabası nerede? Hani bir laf vardır, “Karşındaki ne söylerse söylesin sen bildiklerini anlat” diye, biraz öyle olmuş…

Şimdi, Ercan’ın bir kelimeden yarattığı bir sayfalık eleştiriye değinelim. Doğrudur; “Tabii Hukuk Okulu” ve kavramları hem idealizm çağrışımı olan dogmatizme kaynaklık yapabilecek bir görüş sergiler. Tüm hakların, dini veya felsefi “aşkın”(insan/toplum dışı) bir kaynaktan beslenmesi idealist felsefeden kaynaklanır.[7]Avukatlık İnisiyatifi’nin kollektif hazırlanmış metninde yer yer farklı cümlelerin varlığını en iyi anlayabilecek olanlardandır Ercan. Arşivimi araştırsam, Ercan’ın da imzasını veya içinde bulunduğu grupların imzasını taşıyan muhtemelen birden fazla metinde “Tabii Hukuk” kaynaklı ifade bulmak mümkündür. Burada mesele, “bakanın samimiyetine göre” Metin’de ne bulmak için baktığına bağlıdır! Ben buna rağmen “doğuştan sahip olunan hak” ifadesini okuduğumda metinden Ercan’ın çıkardığı sonucu çıkaramıyorum.

“Doğuştan” Kelimesi Sadece Biyolojik/Doğal Anlam mı Taşır?

Eğer “doğuştan bir hak” ifadesi, (kim hangi gerekçeyle önermişse önersin) bir uluslararası metnin parçası, hak kataloğuna girmişse artık o gerekçesinden bağımsız bir varlık kazanır. Siz o hakka karşı olabilirsiniz. O zaman o hakkın doğuştan olamayacağına ilişkin olarak ve kavramın içeriğinin değişmesi için mücadele edersiniz. Örneğin, “İnsan doğuştan yaşama hakkına” sahiptir denildiği anda felsefi temeli ne olursa olsun o ifade farklı bir içerik kazanır. Eğer sizin maddeci görüşünüz hegemonya kurarsa, “Her insan yaşama hakkına sahiptir,” diye düzeltirsiniz. Bu da tartışılır… Ayrıca “doğuştan” kelimesinin sadece biyolojik anlamı yoktur. Toplumsal anlamı da vardır. Bu ibareyi “insan doğduğu andan itibaren” diye de anlayabilirsiniz. Bu şekilde de okuyabilirsiniz. Ya da bu kelime gereksiz diyebilirsiniz…

Bu nedenle “doğuştan” kelimesinin her geçtiği yerde, kelime polisliği yöntemiyle “Tabii Hukuk” suçlaması yapılamaz. Ercan bu kelime dışında bir kaynak göstermiyor. İçine Tabii Hukuk sızmış ulusüstü belgelerden bahsediyor sadece; ona da aşağıda değineceğim.

Tabii Hukuk’ta Haklar Gelişir, Genişler mi? Metin’de Gelişiyor, Genişliyor!

“Doğuştan sahip olunan hak” cümlesine ilişkin söylediklerimle yetinmeyip konuyu biraz daha derinleştirmek istiyorum.

Ne diyor Avukat İnisiyatifi metninde?

“İnsanların doğuştan sahip bulunduğu onurun, eşitliğin ve devredilmez haklarının tanınmasının dünyada ve ülkemizde özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu kabul ediyoruz.”(Avukat İnisiyatifi Metni)

Peki diyelim ki “doğuştan” kelimesi Tabii Hukuku çağrıştırıyor. Peki devamında neler söyleniyor?

“…sözleşmelerde özüne dokunulamayacağı kabul edilen hak ve özgürlüklerin korunması ve genişletilmesi ilkesinden yola çıkıyoruz.”

Metin “hak ve özgürlüklerin genişletilmesi” hedefini açıklamaktadır. Aslında metnin temelini birçok yerde geçen “hak ve özgürlüklerin genişletilmesi” teşkil ediyor. Oysa Tabii hukuka göre hak ve özgürlükler genişlemez, onlar zaten “verili”dir, “apriori”dir.  Eğer hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve doğuştan kelimelerini birlikte okur ve anlamlandırırsanız metne “Tabii Hukuk anlayışının hakim olmadığını” çok rahat görürsünüz.

Ayrıca belirtmek gerekiyor ki, felsefi olarak tabii hukuka karşı olmakla, onun önerdiği bir hakka karşı olmak farklı şeylerdir. Felsefi olarak “Tabii Hukuka” karşı olmak, hukukun kaynağının toplum dışına çıkartılarak din, ahlak vb. yerlerde araması, değişmez haklar bulunduğu, bu hakların tartışılmazlığı anlayışına karşı olmak anlamına gelir. Yani, “Hukukun değişmez ilkeleri bir yerlerde zaten var olmakta ve durmakta ve insanlar onları keşfetmektedir,[8] yaklaşımına karşı olmaktır. Yoksa tabii hukuk nazariyesinin ileri sürdüğü tüm haklara karşı çıkılması anlamına gelmiyor bu.

Tabii hukuk okulunun evrelerini de düşünmek gerekiyor. Fransız İnsan Hakları Bildirgesi’ne esas olan anlayışlardan biri Akli Tabii Hukuk anlayışıdır. Bu okul akılla yarattığı, “toplum sözleşmesi” fikrine dayanır. Akli Tabii Hukuk anlayışı“iktidarın sınırlanması” ihtiyacına cevap vermiştir.[9] İnsan varlığının gelişmesi için bugün hâlâ kullanılan birinci kuşak hakların kabul edilmesini sağlamıştır. Yani çağının devrimci fikirlerine kaynaklık etmiştir. Bugün için yetersiz olması onun bu karakterini görmezden gelmeyi de gerektirmiyor.

Tabii Hukuk’un Her Önerisine Karşı mı Çıkılır? Praksis!

Ercan’ın atladığı üçünü önemli bir husus praksisle ilgili. Diyelim ki, Avukat İnisiyatifi Metni Tabii Hukuktan esintiler içeriyor. Sonuç olarak Metin’in söylediğine; yani merkezsiz, müşterek çalışmanın önemli olduğuna, müşterek bir dil yaratma gereğine katılıyor mu? Katılmıyor mu Ercan? Buna ilişkin bir şey söylemiyor. O zaman şu soruyu soralım kendisine. Diyelim ki, muhafazakar bir hukuk grubu, “Allah’ın verdiği canı ancak Allah alır,” dedi. Ercan da “İdam en büyük cinayettir” dedi. Sonuçta uzlaşmaya rağmen Ercan “Siz dini/Tabii Hukuktan besleniyorsunuz,” diyerek onlarla birlikte hareket etmeyecek mi? Demem o ki, önerinin hangi görüşten kaynaklandığı tali bir konudur. Önemli olan hangi görüşten kaynaklanırsa kaynaklansın etrafında buluşulan hakkın, önerinin niteliğidir. Bahsettiğim hegemonik ideoloji mücadelesi tam da burada devreye girer ve bir çatışma-uzlaşma sürecine dayanır. Praksis’in bir anlamı da bu değil midir?

Ercan, bu konudaki korkusunu da açıkça dile getiriyor: “…yabancılaşma kurumlarıyla daimi uzlaşma içinde olan bir hak ve hukuk mücadelesi ortaya çıkar ki, bu gelişmeyi sağlamaz. ”Ercan sanıyorum yukarıda değindiğim, “ideolojik hegemonya” kavramını bir mücadele aracı/biçimi olarak görmüyor. Çünkü ideolojik hegemonya mücadelesinde gerektiğinde uzlaşma da vardır? “Gelişmeyi sağlamaz” iddiası da boşlukta kalmış mutlak bir önerge… Hangi tarihi koşullarda, hangi coğrafyada, hangi tarihte, kimler arasında ne olmazsa, gelişme olmaz? Yoksa “uzlaşma varsa gelişme yok” terimi her dönem geçerli sabit bir kavram mı Ercan’ın dünyasında? Yabancılaşma konusuna hiç girmeyeyim…

Ercan’ın tavrının biraz da müşterek/müzakereci çalışmaya inanmamasından, kendisini/temsil ettiği düşünceyi mutlak doğru olarak görmesinden kaynaklandığını hissediyorum.

O zaman ona bir ironi ile cevap vereyim; her kim ki hukuk alanında kendi düşüncesinin (kaynağı ne olursa olsun)mutlak doğruyu temsil ettiğini düşünür, “gelişme olmaz” diye mutlak tespitlerde bulunuyorsa “o görüş Tabii Hukuk kaynaklıdır.”

Ercan’ın Uluslararası Sözleşmelere Bakışı

Uluslararası sözleşmelerin ilk evresini birinci kuşak diye tabir edilen “klasik hak ve özgürlükler” oluşturur. Birinci kuşak, klasik haklar “Fransız ve Amerikan Devrimleri”nden doğmuşlardır. Süreç içinde ikinci ve üçüncü kuşak haklar kabul edilmiştir, sözleşmelerle.

Ercan eksik biliyor, ilk kuşak haklarla ilgili ulusal/uluslararası belgelerde sadece Tabii Hukuk okulu değil, Toplum Sözleşmesi, Fizyokrat, Erkler Ayrılığı okulları da katkıda bulunmuştur.[10]Ama yine de söylediği şu açıdan doğruluk taşıyor; birinci kuşak hakları koruyan sözleşmelerin, anayasaların ilk çıkışında “Tabii Hukuk”un ağırlığı vardır. Ancak ikinci ve üçüncü kuşak haklarda (dayanışma)Tabii Hukukun etkisi yoktur. Tam tersine bu hakların ortaya çıkışı ve ulusüstü belgelere girişinde sosyalistlerin mücadelesi ve katkısı vardır. Artık devletler bir araya gelmekte ve bazı sosyal hakları da koruma altına almaktadırlar. Bu devletler arasında sosyalist devletler de vardır.

Üstelik, Tabii Hukukun da etkili olduğu birinci kuşak haklar, insana kendini geliştirme imkanı sunan, düşünce özgürlüğü, ifade ve iletişim özgürlüğü, toplanma ve dernek özgürlükleri ile katılım hakları gibi haklardır. Tabii hukuktan kaynaklanıyor diye bu haklara karşı mı çıkacağız? Burada konuya bakış problemi yok mudur???

Bir diğer deyişle, felsefi kaynağı ne olursa olsun, burada önemli olan ulusların iradeleriyle küresel insan hakları kataloğunu oluşturmaya başlamalarıdır. Bu haklar içinde özüne dokunulamayacak mutlak haklar vardır, nispi haklar vardır.  Karşı hukuk ideoloji mücadelesi tüm dikkatini bu boşluklara, mutlak haklar kataloğuna içine ne gerecek ne girmeyecek ona yöneltmelidir. Nispi haklar tartışılmalıdır.

Bugün için uluslararası üç sözleşmede müşterek dört hak mutlak hak kategorisinde sayılmıştır: Yaşam hakkı, işkence yasağı, kölelik kulluk yasağı, suç ve cezada geriye yürüme yasağı.[11]

O zaman karşı hukuk ideolojisi oluşturmak isteyen, devletler, siyasi hareketler, hukuk grupları vb. verecekleri mücadele ile, insanın kendi varlığını özgürce geliştirebilmesi için daha fazla kişi hakkını veya sosyal hakkı bu mutlak haklar kategorisine/kataloğuna girmesi için çalışmalılar. Yani insan hakları sözleşmeleri önemsizleştirilmemeli, tam tersine bu belgelere yönelik çalışmalara önem verilmelidir. Belki de geleceğin hukuk ideolojisi mücadelesi bu sözleşmeler üzerinden cereyan edecektir…

Ercan, sanıyorum, uluslararası sözleşmelere ve “Tabii Hukuk” görüşüne mülkiyet hakkı gibi bazı hakların da mutlak statüsü kazanacağından endişe ettiği için karşı çıkmaktadır. Ama yukarıda belirttiğimiz gibi bugünün dünyasında bile en önemli üç insan hakları sözleşmesinde “mülkiyet” mutlak haklar kategorisine sokulmamış/sokulamamıştır.

Bu durumda Avukat İnisiyatifi Metni’nin mülkiyet hakkını savunduğunu söylemek, Metin’de ne doğrudan ne de dolaylı olarak olmayan bir şeyi iddia etmek demektir. Bu iddia biraz da ayıpla maluldür.

Avukat İnisiyatifi Metninde İnsan Hakları

Metin’de insan haklarına nasıl vurgu yapılmış? Ona bakalım.

“Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi, İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesi (AİHS) gibi sözleşmelerde özüne dokunulamayacağı kabul edilen hak ve özgürlüklerin korunması ve genişletilmesi ilkesinden yola çıkıyoruz.”

Ya da şu ifadeye bakalım:

“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi girişinde de belirtildiği gibi; demokratik toplum olmanın ölçütü olarak; “İnsan hakları ile temel özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi inancını taşıyan siyasal gelenekler, idealler, özgürlüklere saygı ve hukukun üstünlüğü konularında ortak bir mirası paylaşmak”

Avukat İnisiyatifi açıklaması, ulusüstü belgeleri körükörüne kutsamakta mıdır? Yoksa “Hak ve Özgürlüklerin Genişletilmesi Meselesi” bahsettiğim hukuk ideolojisi mücadelesinde, bu belgelerin en zayıf yerini mi göstermektedir?

Ercan Kanar’ın, Muhatabı Belli Olmayan Ekonomizm Eleştirisi

Avukat İnisiyatifi metninin ekonomizm ile suçlanması ise tam bir ironi. Ercan Kanar’ın ekonomizm terimi benim bilmediğim yeni bir kavram herhalde. Dar anlamıyla ekonomizm, siyasi mücadeleyi arka plana atarak ekonomik mücadeleyi ön plana çıkarmayı/tüm mücadeleyi buna indirgemeyi ifade eder. Geniş anlamda ekonomizm, siyasal mücadeleyi dar bir alana hapseder ve toplumsal tasarımını ona göre yapar. Yani bir toplumsal alanı siyasal alandan kopartarak veya siyasal alanı sınırlayarak girer düşünce dünyasına.

O zaman Avukat İnisiyatifi Metni’nde böyle bir açıklama ya da sınırlama var mıdır? Ona bakmak gerekiyor. Ercan iddiasına kaynaklık edecek ne var Metin’de, bunu da söylememiş. O kendine göre bir şey görmüş ve yaftayı yapıştırmış. Ne âlâ!

Ben lafı uzatmadan Avukatlık İnisiyatifi metninde ekonomizm yanılsaması olmadığını net olarak göstereyim:

“Felsefi-siyasi bir kavram olarak özgürlüğün, politik mücadele sonucunda ulaşılan eşitlikçi kazanımların aynı zamanda hak tanımlamasına imkân vermesini ve onu genişletme gücünü önemsiyoruz.”(Avukat İnisiyatifi Metni)

Ya da şu ifade:

“İnsan hak ve özgürlükleri mücadelesinin salt bir hukuk mücadelesine indirgenemeyeceğinin farkında olarak, bu mücadelenin en önemli boyutunun Hak ve özgürlükler Hukuku olduğunun altını çiziyoruz.” (Avukat İnisiyatifi Metni)

Ya da şu ifade:

“Yaşadığımız sorunlara, sadece avukatlık mesleğinin dar çeperinden bakılması avukatları meslekçi zihniyetin içine hapsetmekten başka bir işe yaramayacaktır.” (Avukat İnisiyatifi Metni)

Avukat İnisiyatifi, bu ifadelerle hak ve özgürlük mücadelesinin

  • Siyasal mücadele alanına bağlı olduğu tespit edilmektedir.
  • Hukuki mücadeleye indirgenemeyeceği ifade edilmektedir.
  • Meslekçi alanın dar zihniyetine hapsolamayacağına vurgu yapmaktadır.

Sanıyorum Ercan başka bir şey demek istemiş lakin uygununu bulamamış ve uysa da/uymasa da kabilinden ekonomizm demiş…

Ercan Kanar’ın Diğer Sorunlu Eleştirileri

Bu kapsamdakiler Avukat İnisiyatifi Metni’nde yer almadığı için yapılan eleştirilerdir…

Azınlıklardan açıkça bahsedilmemesinden de dem vuruyor Ercan. Ercan Kanar’a soruyorum. Her avukat-hukuk oluşumu, benzer kalıpları mı kullanmak zorundadır? Kendi kullandığı ifade kalıplarının, meramını anlatmaya yettiğini, farklı bir dil peşinde olmaları gerektiğini düşünen insanlara karşı bu garip yaklaşım, pratikte size ne sağlayacaktır?

Ayrıca Ercan’a hatırlatmak isterim. Avukat İnisiyatifi bir grup değil. Çeşitli gruplarda yer alan avukatlar da var içinde. Grup-İnisiyatif ayrımını da dikkate almamış.

Ercan, Metin’de İstanbul Barosu ve TBB yeteri kadar eleştirilmiyor diyor. Avukatlar Avukat İnisiyatifi adı altında Baro dışında bir araya gelip bir politika geliştirmek istiyorlarsa, bu çıkışın kendisi başlı başına ciddi bir eleştiri değil midir? TBB başkanı yaptıkları, söyledikleriyle zaten kendi kendini sürekli eleştirmiyor mu? İnisiyatif mensubu avukatlar bunları tek başlarına da yapıp, seslerini yükseltmiyorlar mı?

Avukat İnisiyatifi de baroları, TBB’yi özel olarak eleştirdiği, açıklamalar, aktiviteler yaptığında ne denecek?

Ya da bir diğer deyişle her yerde her an baroyu, TBB’yi eleştirerek mi başlamalıyız söze? Ya da İstanbul Barosu’nun olumlu bir davranışını gördüğümüzde “şoven baro, geçmişte şunu yapmıştı, bunu yapmıştı” diye bu olumlu yanı açık biçimde desteklemeyecek miyiz? Kendimi bildim bileli aynı konuları konuşuyoruz. Kim olursak olalım, doğruyu kim söylüyorsa amasız fakatsız onu destekleyelim. ÖDAV söylüyorsa onu, Baro söylüyorsa onu, Avukat İnisiyatifi söylüyorsa onu destekleyelim. Birini destekledi veya desteklemedi diye onu şucubucu diye suçlama “çocuk hastalığı”ndan vazgeçme zamanı gelmedi mi artık?

“Metin’de eril dil hâkim” eleştirisini değerlendiremiyorum. Belki de haklıdır Ercan. Bu konuda fazla pratiğimiz yok. Ama Metin’deki dil eril’se. Ercan kendi metnini nasıl değerlendiriyor merak ediyorum… Ben baktığımda “erkek dünyasının, kendisinden hiç şüphe etmeyen hegemonik dili”ni görüyorum…

Metin’de yurttaşlık bağının esas olduğunu nereden çıkarmış bilmiyorum? Eğer söylemek istediği, Metin açıkça yazmasa bile yerel kalıyor ise; evet ben de önce yakınımızdaki avukatlara hitap ettiğini görüyorum… Ercan’ın Metin yurttaşlık anlayışına dayanıyor eleştirisinin bağlamını, ne demek istediğini anlamadığım için bu konuyu daha fazla uzatmıyorum.

Sonuç Yerine

Ercan yılların getirdiği ön yargılarından kurtulmadan,  Avukat İnisiyatifi metnini yeterince incelemeden, Metin’in  hak etmediği suçlamalarda bulunmuş; Metin’de aradığı cümleleri bulamadığı veya kendi arzu ettiği gibi söylenmediğini görünce küçümseme eğilimine girmiştir. Küçümseme o boyuta gelmiş ki, ÖDAV dışında herkes bu metnin altına imza atar derken, hem ÖDAV, hem de diğer gruplara karşı (onlar adına konuşarak) çok da doğru olmayan bir tavır sergilemiştir. Ben en azından Ercan’ın bu eleştiri metninde söylediklerine imza atmayacak veya eleştirilen metne imza atacak birer ÖDAV üyesi tanıyorum…

Ercan’ın dediği gibi Avukat İnisiyatifi’nin Metni altına diğer gruplar da imza atarlarsa bundan bir mahcubiyet, eksiklik değil tam tersine, müşterek paydayı, müşterek dili geliştirmede küçük bir katkı olmuş diye gurur duyar, geleceğe ümitle bakarım, İnisiyatif’in bir üyesi olarak.

Avukat İnisiyatifi söylediklerini yapabilir mi sorusuna gelince. Hep birlikte izlemeye devam edeceğiz… Başarısızlık da Başarıya dahildir… Bu yoldaki başarısızlık, köşede durup hep kendini tekrar etmekten veya binilen kayık gidiyormuş gibi yapmaktan ya da hiçbir şey yapmayıp yapanların eksikliklerini bulmak için dört gözle bekleyenlerin sergilediği tavırlardan daha hayırlı değil midir?

Ekonomizmin ve Tabii Hukukun reddiyesi anlamına gelen, Hak ve Özgürlüklerin Genişletilmesi ifadesini ise bahsettiğim tartışma yazımda temellendirmeye çalışacağım.

DİPNOTLAR:

[1] Yazı içinde çeşitli yerlerde sadece “Metin” diye geçmektedir.

[2] Ercan, her “doğal” kelimesini,  Tabii/Doğal hukuk okulunun ifadesi diye okuduğu için belirteyim, burada Doğal hukuktan kaynaklanan bir kelime olarak kullanmadım.

[3] Ercan, burayı okuduğunda bak hakkı teslim ediyorsun, o zaman Metin’de niye yok diyecektir, muhtemelen. Metin’de onu da içerecek daha genel ifadelerin yer aldığını görüyorum.

[4]Eski SSCB’nin hukukun temelinin/özününRoma Hukuku’na dayandığını hatırlayalım burada

[5]Kavramı bir eserinin başlığı olduğu için Bettelheim’dan ödünç aldım.

[6]  Siyasetin şekillenmesinde, siyaset-altyapı ilişkisine değinmiyorum. Bu yazının konusu değil.

[7] Konu dağılacağı ve yanlış anlamaya müsait olacağı için burada değinmiyorum. Sosyalistlerin de “Tabii Hukuk” tuzağına düştükleri sıkça görülür.

[8]  Louis Le Fur, Tabii Hukuk Nazariyesi ve Modern Doktrin, Hukuk İlmi Yayma Kurumu, 1940, s.4

[9]Prof.Dr. Ernest Hirş, Hukuk Felsefesi ve Hukuk Sosyolojisi Dersleri, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, 2001, s.83

[10]Prof.Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu, Özgürlükler Hukuku, İmge Kitabevi, 6. Baskı, 2002, s.41-46

[11]M.SemihGemalmaz, Olağanüstü Rejim Standartları, Beta Yayınevi, 1994, s.54